28 Ekim 2016 Cuma

Babamı ilk kez o gün ağlarken görmüştüm

Hilmi Sakarya öğrencileriyle birlikte
12 Eylül öncesinin kanlı günleri... Türkiye genelinde herkesin sağcı-solcu / ülkücü-komünist tasnifiyle ayrıştırılıp birbirine düşman edildiği, tam bir iç çatışmanın yaşandığı, günde 8-10 kişinin öldürüldüğü acı günler...

Yıl, 1978... Rahmetli babam, o dönemde Balat’taki Tarık Us İlkokulu’nda öğretmenlik yapıyordu... Ben, henüz 11 yaşındaydım... Babamın çok sevdiği bir öğretmen arkadaşı vardı. Benim için “Hilmi Amca” idi o... Her zaman şık ve temiz giyinir, saçlarını özenle tarar, yanlış hatırlamıyorsam, galiba briyantin de sürerdi... Zaman zaman akşam vakitlerinde evimize gelir, babamla saatler süren sohbetler ederlerdi... Her ikisinin de bu uzun sohbetlerden samimi ve büyük bir haz, büyük bir keyif aldıklarını, çocuk olmama rağmen hissederdim... Sohbet bazen uzadıkça uzar, gece yarılarını geçerdi... İstanbul Ülkü-Bir Başkanı olduğunu bilirdim... Ülkücü öğretmenler, bu dernek çatısı altında toplanırlardı...

Bir gün... 26 Eylül günü... Kapı çalındı... O âna kadar sıradan bir gündü... Babamın okuldan dönme saati... Kapıyı açtık, babamın yüzünde tarifsiz bir acı, tarifsiz bir keder... Elinde bir gazete... Tercüman mıydı, yoksa Hürriyet mi, tam olarak hatırlamıyorum... Ayakkabılarını çıkardı, içeri girdi, elindeki gazeteyi, çocuksu duygularla çok sevdiğim, o yaşta üzerinde çizimler yapıp şiirler yazdığım mavi formika kaplı masaya sertçe fırlatarak, “Hilmi’yi vurmuşlar!” dedi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı... Sarsılarak ağlıyordu... Henüz 11 yaşında bir çocuk olarak, zannederim babamı ilk kez o gün ağlarken görmüştüm... Bir erkek çocuk için sarsıcı bir ândı... Hilmi Amca vurulmuş muydu? Ölmüş müydü yani?!.. Babamın çok sevdiği, gece yarılarına kadar çay içerek, kabuklarını meyve bıçaklarıyla usul usul soydukları elma, portakal dilimlerini yiyerek sohbet ettikleri, lacivert takım elbiseli Hilmi amca?.. Derin bir acı, derin bir hüzün, derin bir sızı, derin bir keder, derin bir kasvet ve derin bir sessizlik çöküvermişti evimize... Sadece babamın hıçkırıkları... Üzerindeki yıpranmış siyah paltosunu üzerinden çıkaracak mecali bile yoktu... Hilmi Amca artık kapımızı çalamayacak ve biz kapıyı açtığımızda o yakışıklı, mütebessim çehresiyle karşımızda beliremeyecek miydi artık?..

Sonra... Benzer acılarla yüklü nice günler... Patlamalar, silâhlı çatışma sesleri, suikastlar, ölümler... Biz çocuklar için bile sıradanlaşmıştı her şey... Hiçbir olay olağanüstü gelmiyordu bize... Evimizin kapısına tehdit pusulaları yapıştırılmasına, apartmanımızın bahçesine yangın bombası atılmasına, balkonumuzun önünde havaya doğru ateş açılmasına, bakkala giderken yeşil parkalı gençler tarafından küfürler eşliğinde tehdit edilmeye, hepsine alışmıştık... Ama Hilmi Amca artık gelemeyecek miydi evimize? Buna nasıl alışacaktık?..

2 yıl sonra askerî darbe oldu... Bizler, bütün bu yaşadıklarımızın, “şartların olgunlaştırılması için” tertiplenmiş bir kurgudan ibaret olduğunu, yıllar sonra öğrenecektik... Darbe olmuş ve her yer derin bir sessizliğe bürünmüştü... Mantar tabancası bile patlamıyordu artık sokaklarda... Nasıl olmuştu?..

Nereden mi hatırladım bütün bunları? Facebook’ta Tarık Us İlkokulu için açılmış bir sayfada gördüğüm bu siyah-beyaz fotoğraftaki öğretmenin kim olduğuna dair -emin olabilmek için sorduğum- soruma cevap bu gün geldiği için... Halil Hilmi Sakarya... Allah rahmet eylesin... Mekânı cennet olsun...

49 yaşındayım... Hilmi Amca vurulalı 38 yıl olmuş... Babam da artık hayatta değil... Ve biz, Hilmi Amcamızı unutmadık... Ne kadar cesursa, o oranda da kibar, nezih bir adamdı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder