13 Ağustos 2016 Cumartesi

ABD medyasının hipnoz seansları

ABD medyasının hipnoz seanslarına maruz kalmamak için, televizyon izlemiyorum. Bir televizyon programında yap-boz’un (puzzle’ın) bir parçası sayılabilecek kayda değer bir söz söylenmişse, daha sonra o programın videosunu bulup izliyorum. Biliyorum ki, ben kendimi kontrol etmezsem, medya beni kontrol eder. Oysa özellikle böyle zamanlarda, bağımsız, soğukkanlı ve mantıklı düşünmek gerekir...

Güya “FETÖ ile mücadele” için yola çıkan medya cengâverleri, birbirleriyle mücadele eder hâle gelmişler... Birbirlerini “gizli FETÖcü / kripto” olmakla itham edip duran gazeteciler mi bizi bilgilendirecekler? Çoktan yabancı servislerin ağına düşmüşler zaten... Bunu, olayları değerlendirme yöntemlerindeki yanlışlıklardan, haberlerindeki ve yorumlarındaki tutarsızlıklardan anlıyoruz... Ayrıca, haftalardır devam eden ve FETÖ’nün devletin bütün birimlerine sızdığına, sivil toplum alanlarını da istilâ ettiğine, ancak devletin bunu fark edememiş olduğuna dair yayınlar, halkın devlete olan güvenini her geçen gün biraz daha zayıflatıyor, korkularını, kaygılarını çoğaltıyor... FETÖ’nün ne büyük bir tehlike olduğu elbette anlatılmalı; ama acaba yapılmakta olan, gerçekten bu mudur?.. Mesele haddinden fazla sulandırılmış, magazinleştirilmiş ve başka mecralara sürüklenmiş vaziyette... Toplumda herkes, birbirine şüpheyle bakar hâle geldi... Konu-komşu, eş-dost, hısım-akraba... Bu mücadeleyi, toplum düzenini allak bullak etmeden yürütmek gerekir...

Diğer taraftan, FETÖ’nün kapsama alanı dışında kalan cemaatler ve dinî gruplar da birbirlerine düşmüş vaziyette... Kendilerini “laik / Atatürkçü / Kemalist / modern” gibi sıfatlarla tanımlayan insanların bir kısmı, darbe teşebbüsünün bir kurgu olduğunu, ardından gelen Olağanüstü Hal uygulamasının hukuk tanımaz uygulamaları ile kendilerinin de etkisiz hâle getirilmek istendiğini düşünüyor. Aynı kesimin, darbe teşebbüsünün gerçek olduğuna inanan kısmı da, “dindar AKP’liler”in destansı bir kahramanlıkla elde ettikleri zaferden sonra, kendilerine söz hakkı tanımayacaklarından, hayat tarzlarının tehlike altında olduğundan endişe ediyor... “Sokaktaki insan”, hem aşırı oranda gerilim yüklendiği için çok asabi, hem de derin bir gelecek kaygısı içerisinde... İnsanlar, şehrin parklarında, oturdukları banklarda dalıp dalıp gidiyorlar...

Bunlar ve daha fazlası, görülmeyen, gösterilmeyen toplum fotoğrafları... Bunları görmezsek, nasıl tedbir alabilir, nasıl çare üretebiliriz?.. Bir darbe teşebbüsü karşısında canını hiçe sayan, kurşunların üzerine giden, tankların üzerine çıkan bir kitlenin, kazandığına inandığı büyük bir zafere rağmen böyle kaygılı olmaması gerekirdi, öyle değil mi?.. Öyleyse bu kaygı niye? Demek ki, ters giden bir şeyler var...

Maksadım umutsuzluk ve karamsarlık telkin etmek değil; hamasetin ve sloganların yerini artık akıllıca icraatların alması gerektiğine işaret etmek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder