18 maddelik anayasa değişikliğinin oylandığı halkoylaması
öncesinde yürütülen 2 aylık propaganda süresince ‘Evet’ tezini savunmak için
öne sürülen iddialardan birisi, “Türkiye’nin bekasının tehlikede olduğu”
iddiasıydı. Şu ima ediliyordu: “Eğer halk oylamasından ‘Evet’ sonucu çıkmazsa,
Türkiye, yıkılmanın eşiğine gelecek”...
Peki kim yıkacaktı Türkiye’yi? Avrupa mı? Avrupa Birliği,
zaten dağılmanın eşiğine gelmişti. İngiltere, AB’den ayrılıp ABD’nin yanına
gitmişti. Birlikten ayrılmayı düşünen başka ülkeler de vardı. AB, hem ekonomik
sıkıntılar yaşıyor, hem de mülteci tehdidi karşısında çareler arıyordu. Bir
Trump vuruyordu AB’ye, bir Putin... Atış serbestti zaten. Bu fırsatta arada
sırada bir şaplak da biz vuruyorduk AB’ye... Bu durumdaki AB mi yıkacaktı Türkiye’yi?..
Başka kim yıkabilirdi? Amerika mı, İngiltere mi, Rusya mı,
İsrail mi? Onlar yıkacaklardıysa, şimdi nasıl oldu da hepsiyle birlikte dost ve
müttefik olacağımız ilân edildi? Cem Küçük, Habertürk’te ilân etti malûmunuz; “Önümüzdeki
dönemde Amerika ve İngiltere ile müttefik, Rusya ve İsrail’le dost olacağız”
diyerek... Yani o meşhur “beka meselesi”ni halletmenin yolu, bekamızı tehdit
eden ülkelerle dost ve müttefik olmak mıydı? Peki bu dost ve müttefik olmak,
başkanlık sistemini mi gerektiriyordu? Daha hızlı karar almak için? Hangi
kararları? Dost ve müttefik olma kararlarını mı?.. İyi de, biz o devletlerle
sahici olarak ne zaman düşman olduk ki zaten?..
Dücane Cündioğlu’nun bir cümlesine tesadüf ettim bu gün.
Şöyle yazmış:
“Ömrüm, ‘memleket yıkılıyor’ teranesini dinlemekle geçti.
Memleket filan yıkılmadı ama nedense yıkılan hep memleketin çocukları oldu...”
Şunlar da yabana atılacak sözler değil hani:
“Kötü, kötüdür. Hiçbir kötülük, sırf iyi niyetle yapıldığı
için iyi olmaz. Halkı tersine ikna etme sanatına siyaset diyorlar...”
“Gerekçesi ne olursa olsun, güçsüze karşı güçlünün sazını
çalmak, namussuz sayılmak için yeterlidir...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder