Tiyatro sahnesinde cemaatle namaz kılıp, namazı siyasî bir gövde gösterisi aracı olarak kullanırsanız, Zeki Alasya da çıkar, “Sahnesinde namaz kılınacaksa Emek Sineması açılmasın” der tabi.
Benzerleri yaşanmasın umuduyla yazmak istedim.
2-3 gün önce Twitter’da karşıma bir video kaydı çıktı. Yasin Gündoğdu isimli bir imam / vaiz, vaaz kürsüsünde öfkeyle bağırıyor:
“Erkekseniz, adamsanız, musallaya da gelmeyin. Gidin oralardan leşinizi kaldırın, yok edin kendinizi. Beğenmediğiniz imamların önüne gelmeyin, adamsanız. ‘Emek Sineması’nda eğer sahnesinde namaz kılınacaksa açılmasın bu sahne’ diyor.”
Yeni bir kayıt zannettim ama 2015 yılına aitmiş. Halk arasında “Oflu Hoca” diye anılan Yasin Gündoğdu, o sözleri, İstanbul Esenyurt’ta bir camide, galiba Büyük Osmanlı Camisi’nin kürsüsünde söylemiş. Yine de merak edip inceledim. Hangi sanatçı “Eğer sahnesinde namaz kılınacaksa Emek Sineması açılmasın” demiş de bu hoca efendi bu kadar kızmış?
O sözü, “Yaşam Boyu Onur Ödülü” alan sinema ve tiyatro oyuncusu merhum Zeki Alasya, 2015 yılında Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde düzenlenen 30. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin açılış töreninde söylemiş. Demiş ki, “Eminönü Halk Evi / Millî Türk Talebe Birliği, o zaman çağdaş, laik, Atatürkçü, ilerici bir talebe birliğiydi; ama bir gün geldi, sahnesinde namaz kıldılar. Tiyatro yaptığımız, provalar yaptığımız sahnesinde namaz kılındı. Emek Sineması açılacaksa, film göstermek için, insanlar sinema seyretsinler diye açılsın. Sahnesinde namaz kılınacaksa, hiç açılmasın daha iyi.”
O günlerde kıyamet kopmuş. Zeki Alasya, yerden yere vurulmuş. Gazeteci Cüneyt Özdemir de CNN Türk’teki programında onu konuk edip, o sözleri neden söylediğini sormuş. (Videosunu, Oflu Hoca’nın konuşmasının arkasına ekledim.)
Zeki Alasya, o sözlerinin kendisinin namaza karşı olduğu şeklinde yorumlanacağını hiç düşünmediğini belirterek şu açıklamada bulunuyor:
“İBADET KUTSALDIR AMA HERKES GÖRSÜN DİYE YAPILANI DEĞİL”
“Bu bahsettiğim Millî Türk Talebe Birliği (MTTB) olayı, benim içimi çok acıtan bir olaydır, gençliğimden beri. Hatta diyebiliriz ki, çocukluktan ilk ayrılıp hani gençliğe doğru adım attığımdan beri en çok takıldığım olayların başında bu gelir. Ben, inançlı biriyim. İbadetin çok kutsal olduğunu, namaz kılmanın, yani İslâmî gereklerin hepsinin çok gerekli ve kutsal olduğunu iyi bilen biriyim. Kalkar öyle bir laf söyler miyim? Ama bir şeye tahammülüm yok. Dediğim gibi, çocukluğumdan beri bir şeye tahammülüm yok: İbadet, kulla Allah arasında kalması gereken çok kutsal bir olaydır. İbadet kutsaldır ama bu şart da çok önemli bir şey bu. Altını çiziyorum; Allah’la kul arasında bir kutsallığı vardır onun. Herkes görsün, herkes bilsin diye, herkes görüp prim versin diye… Bu prim nedir, bilmiyorum. Siyasal bir çıkardır belki. Bir biçimde, “Ben, bak işte bu kadar dindar bir adamım” diye, bir çıkar umuduyla yapılan bir şeydir. Ne olursa olsun, buna karşıyım.
MTTB diye, dediğim gibi, Atatürkçü, çağdaş bir kuruluş vardı. 1960’ı takip eden yıllarda… Eminönü Halk Evi, o meşhur Eminönü Halk Evi… Ben, amatör olarak orada başladım. Metin (Akpınar da) orada başladı. Biz başladığımızda da son derece aklı başında oyunlar oynadık o sahnede. Müsahipzadelerden oyunlar oynadık, yabancı oyunlardan çok güzel örnekler verdik ve daha sonra tiyatroda başarılı olmuşsak, o MTTB Birlik Tiyatrosu günlerinin çok etkisi vardır.
“O CİVARDA 5-6 TANE BÜYÜK CAMİ VARKEN…”
Bir zaman geçti, olabilir, dinci talebeler, dinci öğrenciler, MTTB’yi ellerine geçirdiler. Olabilir, bir şey demiyorum; ama ibadetin belli kuralları vardır. Belli yerlerde yapılır. Eminönü Halk Evi, biliyorsunuz, Cağaloğlu’ndadır. Cağaloğlu’nda o noktaya yakın, bir tanesi de Sultanahmet Camisi olmak üzere, biliyorsunuz selâtin (sultan tarafından yaptırılmış olan) camilerden biridir, 5-6 tane çok büyük cami vardır. İbadet, orada kuralında yapılabilir. Bizim sahnemizde, tiyatro yaptığımız, prova yaptığımız sahnemizde toplu namaz kıldılar. 1966, 1967’lerde falan… Gösteri… Bilmiyorum ki… Bir de balkonu vardır onun, küçücük bir balkon. O balkonun kenarından izlediğim ve çok içimi acıtan bir olaydır. Orayı bir ibadethane gibi kullandılar, mescide çevirdiler. Ama diyorum, bakın; öyle bir yerde olabilir ki bu bina, çevrede hiçbir ibadet edecek yer yoktur. Eğer yazsa, çıkar bahçede ibadet edersin. Doğayla baş başa ibadet edilir, kutsaldır. Ama diyorum size; adım mesafesinde Sultanahmet Camisi var. Nuruosmaniye Camisi var, bir sürü cami var o civarda. Hayır, bu bir gösteridir. Bu, bir tavırdır. Politik bir tavırdır. Birilerine mesaj atmaktır. Bu, beni çok üzer. Şimdi mütemadiyen (sürekli) bu “Emek Sineması açılsın, Emek Sineması’nda film gösterilsin” … Çok da önemsemiyorum, onu da söyleyeyim. Bir yerlerde film gösterilsin. O Emek Sineması olur, Mehmet Sineması olur, Ahmet Sineması olur… Dört duvar, bir dam, bir makine, bir perdedir. Önemli olan, sinemadır. Önemli olan, film göstermektir. Biraz nostaljik takılıyorlar. Çok güzel günlerimiz geçti gerçekten. Hele benim ağabeyim orada çalıştığı için, Emekli Sandığı’nın muhasebe müdürü olarak, bende daha da fazla etkilendiğim başka bir yanı var Emek Sineması’nın; ama Emek Sineması, eğer… Çünkü sahibi var Emek Sineması’nın. Belediye, eğer satın almazsa, bu tavrı göstermezse, Emek Sineması’nı adam, “Ben, para kazanmıyorum bu işten. Başka bir yerden para kazanacağım.” dediği zaman bir şey yapamazsınız; ama önemli olan, o içimi acıtan olay var ya, o içimi acıtan olaya bir örnek vermek için söyledim bunu. Yoksa ibadetin kutsallığını, namaz kılmanın önemini nasıl yadsıyabilirim ben? Ben, tiyatrocuyum. Benim sözlerimde birebir bir gerçeğin ifadesinden çok bir sembolizm var. Yani önemli olan, bir yerin sinema olarak kullanılması. Çünkü Eminönü Halk Evi benim için çok önemliydi. Diğer bütün halk evlerinin benim için önemli olduğu gibi. Nasıl Eminönü Halk Evi böyle bir noktaya geldiyse, yani böyle bir şey olacaksa hiç olmasın anlamında bir sembolizm yaptım; ama isteyenler istedikleri yere çektiler.
“İBADET EDİYORUM AMA BİRİLERİNE GÖSTERMEK İÇİN DEĞİL”
Tabii ki pişman oldum. Din düşmanı olmadığımı, inançlı biri olduğumu, temiz bir Müslüman olduğumu, bilen biliyor ve bilenlerin sayısı ve sevenlerin sayısı, bu üstüme gelip yalan yanlış birtakım olaylarla beni hedef gösterenlerden, bereket ki, çok daha fazla. Ne söylerseniz söyleyin, birileri, kendi istedikleri gibi düşünmek ve belli yerlere çekmek eğilimindeler. Yanlış. Tekrar söylüyorum; inançlı biriyim. İbadetin kutsal olduğuna inanıyorum. İbadet ediyorum. O, Allah’la benim aramda. Birilerine göstermek için hiçbir şey yapmadım şimdiye kadar.”
Zeki Alasya, bunları söylemiş. Bence, Oflu Hoca’dan çok daha Müslümanca konuşmuş…
Oflu Hoca ise, tıpkı Hālide Edip Adıvar’ın “Sinekli Bakkal” romanında tasvir ettiği cami hocası portresi çizmiş. Aynen öyle…
Zeki Alasya gibi sanatçılar öldüğünde onlar için “rahmet-i Rahmana kavuştu” denmesinden bile rahatsız oluyor ve “O rahmet-i Rahman sanki babasının çiftliği yaav!” diyor. Peki, senin babanın çiftliği mi?
“Madem bizi her fırsatta aşağılıyorsunuz, öldüğünüz zaman da salya sümük, leşlerinizi camiye, musallā taşına getirmeyin!” diyor. O insanların cenazelerine “leş” diyor. Oysa camide mücahitlik gösterisi yapmak yerine Zeki Alasya’nın yanına gidip, o sözleri neden söylediğini sormuş olsa, böyle çirkefleşmesine gerek kalmayacaktı.
İslâmcılar, tiyatro sahnesinde cemaatle namaz kılıp, namazı siyasî bir gövde gösterisi aracı olarak kullanırlarsa, Zeki Alasya da çıkar, “Sahnesinde namaz kılınacaksa Emek Sineması açılmasın” der tabi.
“Siyasal İslâm”, Batı emperyalizmine karşı bir direniş hareketi olarak başlamıştı, bu hāle geldi. Artık ne Batı için caydırıcı bir etkisi var ne de Müslümanların gözünde bir itibārı… Bunu, İslâmcılar, kendi elleriyle, kendi dilleriyle yaptılar.
Yaygaracı İslâmcılık, herkesi dinden imandan etti, etmeye de devam ediyor. Müslümanlık ise ebediyen var olacak…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder