2 Haziran 2018 Cumartesi

Söyle, nereye gidiyorsun evlât?..

Evet; tarih tekerrürden ibaretmiş… Korkunç bir “Fetret Devri” yaşıyoruz. Bu sürecin asıl vahim tarafı şu ki, dindar, muhafazakâr insanlar, Fetret Devri yaşamakta olduğumuzun farkında değiller…

Diğer taraftan İslâmcılar, bir bakıma da “Lâle Devri” yaşıyorlar. Kötü bir âkıbete yaklaşmakta olduğumuzun üzerini örten bir zevk u safa dönemi… Lâle Devri’nde hiç olmazsa estetik seviye yüksekti. Şimdi estetik seviye de yok. Artık şehirleri de güzelleştiremiyorlar…

Mesele sadece ekonomik yapıdaki sarsıntıyla sınırlı kalmış olsa, dersiniz ki, “Olabilir böyle şeyler; her devletin zor zamanları olur. Bütün ülkeler çalkantı yaşıyor. Çalışır, zamanla düzeltiriz.” Ama mesele bundan ibaret değil.

Amerikalı astronot Neil Armstrong, Ay’a ayak basalı 49 yıl olmuş ve biz henüz, parasını ödeyen her inşaat firmasının yaptırabileceği yolları, köprüleri, metroları kutsamakla meşgulüz. İnşaatlar, tapınaklarımız oldu… Batı ile aramızdaki makas, korkunç bir şekilde açılıyor…

Fatih Sultan Mehmed, kendi döneminin yüksek teknolojisini ürettiği ve kullandığı için başarılı olmuş, İstanbul’u da bu çabasının sonucunda fethedebilmişti…

Bu gün Dünyanın gelişmiş devletleri yapay zekâ üzerinde çalışırlarken biz, adeta cehaleti kutsayan, geri kalmışlığımızın üzerini hamasetle örtmeye çalışan traji-komik bir avunmanın rüyasına dalmış vaziyetteyiz.

Fatih Sultan Mehmed, “Hüner, bir şehir bünyâd itmekdür; reâyâ kalbin âbâd itmekdür” demişti mısralarında. (Marifet, bir şehir inşa etmek(le birlikte), halkın gönlünü de memnun edebilmektir...)

Şimdi öyle mi? Bütün değer yargıları yok edilmiş, adalet hassasiyeti büyük oranda köreltilmiş, birbirine düşman hale getirilmiş, belirsizlikler içerisinde bocalayan, istikametsiz bir toplum peydahladık. Bu, ne inşâdır, ne de ihyâ…

Bağımsızlığımızın en güçlü kurumu olan ordumuzun bütünlüğünü sağlayamamışız. Devlet bürokrasisini tarumar etmişiz. Liyakatın yerini ehliyetsiz torpillilere devretmişiz. Geleceği planlamak gibi ciddi çalışmalar yapmaktan nicedir uzağız…

Eğitim sistemimiz, bir sistemsizlikler zinciri haline gelmiş. Dün yaptığımızı bu gün bozuyoruz. Aileler de, öğretmenler de, öğrenciler de şaşkın…

İnsan varlığımızın en hayatî teminatı olan gıda üretimini, yani tarım ve hayvancılığı neredeyse yok etmişiz. Yiyeceği yemeğin malzemelerini temin etmek konusunda bile yurt dışına bağımlı hale gelen bir toplum, bir gıda ambargosoyla ne hale gelir? Dilencilik ufukta…

“Çevre ve şehircilik”, en iddialı olmamız gereken alan olduğu halde, insanın insanî yapısıyla uyumlu muhteşem şehirler inşa eden Osmanlı’nın torunu Türkiye, şehirlerini katletmiş, kimliğini ve ruhunu betona teslim etmiş vaziyette…

Kültürel yapımız alt üst edilmiş, Doğu ile Batı arasında, kimliksiz bir hilkat garibesine dönmüş durumda… Modernizm algımız bile ilkel bir şekilcilik içinde, içler acısı bir seyir takip ediyor… Kendi kültür kodlarımızı kaybetmişiz ve adeta virüslü kültür yazılımlarıyla sistem kurmaya çalışıyoruz…

Önce har vurup harman savuran, geçici bir zenginlikle “ne oldum delisi” oluveren, sonra küpü boşalınca da elde avuçta ne varsa satıp savan müflis bir ekonomi yönetimi…

Bunca yıldır yurt dışından gönderilen paralara ve turizm gelirlerine bel bağlamış, fabrikalar kurup üretime yönelmemiş, geçici kaynaklar tükenince de, çölde su arar gibi kaynak arayışına çıkmış sorumsuz pişmanlar ülkesi…

“Durun kalabalıklar! Bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun! Bir dünya iniyor tepemizden;
Çatırtılar geliyor, karanlık kubbemizden…”

Şimdi sizler, ufukta beliren tehlikeleri haber verenlere “hain” demekle meşgulsünüz. Korkunç bir kibir içerisinde, sizi uyarmak, sizi uçurumun kıyısından geri çevirmek isteyenleri aşağılamakla, linç etmekle, cezalandırmakla meşgulsünüz…

Sizin gibi düşünmeyen herkesi, hatalarınıza ortak olmayan herkesi, sizi çılgınca alkışlamayan herkesi “hain” ilân etmekle meşgulsünüz. Görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder