Evet; tarih tekerrürden ibaretmiş… Korkunç bir “Fetret Devri”
yaşıyoruz. Bu sürecin asıl vahim tarafı şu ki, dindar, muhafazakâr insanlar, Fetret
Devri yaşamakta olduğumuzun farkında değiller…
Diğer taraftan İslâmcılar, bir bakıma da “Lâle Devri”
yaşıyorlar. Kötü bir âkıbete yaklaşmakta olduğumuzun üzerini örten bir zevk u
safa dönemi… Lâle Devri’nde hiç olmazsa estetik seviye yüksekti. Şimdi estetik
seviye de yok. Artık şehirleri de güzelleştiremiyorlar…
Mesele sadece ekonomik yapıdaki sarsıntıyla sınırlı kalmış
olsa, dersiniz ki, “Olabilir böyle şeyler; her devletin zor zamanları olur. Bütün
ülkeler çalkantı yaşıyor. Çalışır, zamanla düzeltiriz.” Ama mesele bundan
ibaret değil.
Amerikalı astronot Neil Armstrong, Ay’a ayak basalı 49 yıl
olmuş ve biz henüz, parasını ödeyen her inşaat firmasının yaptırabileceği yolları,
köprüleri, metroları kutsamakla meşgulüz. İnşaatlar, tapınaklarımız oldu… Batı
ile aramızdaki makas, korkunç bir şekilde açılıyor…
Fatih Sultan Mehmed, kendi döneminin yüksek teknolojisini
ürettiği ve kullandığı için başarılı olmuş, İstanbul’u da bu çabasının
sonucunda fethedebilmişti…
Bu gün Dünyanın gelişmiş devletleri yapay zekâ üzerinde
çalışırlarken biz, adeta cehaleti kutsayan, geri kalmışlığımızın üzerini
hamasetle örtmeye çalışan traji-komik bir avunmanın rüyasına dalmış
vaziyetteyiz.
Fatih Sultan Mehmed, “Hüner, bir şehir bünyâd itmekdür; reâyâ
kalbin âbâd itmekdür” demişti mısralarında. (Marifet, bir şehir inşa etmek(le
birlikte), halkın gönlünü de memnun edebilmektir...)
Şimdi öyle mi? Bütün değer yargıları yok edilmiş, adalet hassasiyeti
büyük oranda köreltilmiş, birbirine düşman hale getirilmiş, belirsizlikler
içerisinde bocalayan, istikametsiz bir toplum peydahladık. Bu, ne inşâdır, ne
de ihyâ…
Bağımsızlığımızın en güçlü kurumu olan ordumuzun bütünlüğünü
sağlayamamışız. Devlet bürokrasisini tarumar etmişiz. Liyakatın yerini
ehliyetsiz torpillilere devretmişiz. Geleceği planlamak gibi ciddi çalışmalar
yapmaktan nicedir uzağız…
Eğitim sistemimiz, bir sistemsizlikler zinciri haline
gelmiş. Dün yaptığımızı bu gün bozuyoruz. Aileler de, öğretmenler de,
öğrenciler de şaşkın…
İnsan varlığımızın en hayatî teminatı olan gıda üretimini,
yani tarım ve hayvancılığı neredeyse yok etmişiz. Yiyeceği yemeğin
malzemelerini temin etmek konusunda bile yurt dışına bağımlı hale gelen bir
toplum, bir gıda ambargosoyla ne hale gelir? Dilencilik ufukta…
“Çevre ve şehircilik”, en iddialı olmamız gereken alan
olduğu halde, insanın insanî yapısıyla uyumlu muhteşem şehirler inşa eden
Osmanlı’nın torunu Türkiye, şehirlerini katletmiş, kimliğini ve ruhunu betona
teslim etmiş vaziyette…
Kültürel yapımız alt üst edilmiş, Doğu ile Batı arasında,
kimliksiz bir hilkat garibesine dönmüş durumda… Modernizm algımız bile ilkel
bir şekilcilik içinde, içler acısı bir seyir takip ediyor… Kendi kültür
kodlarımızı kaybetmişiz ve adeta virüslü kültür yazılımlarıyla sistem kurmaya
çalışıyoruz…
Önce har vurup harman savuran, geçici bir zenginlikle “ne
oldum delisi” oluveren, sonra küpü boşalınca da elde avuçta ne varsa satıp
savan müflis bir ekonomi yönetimi…
Bunca yıldır yurt dışından gönderilen paralara ve turizm
gelirlerine bel bağlamış, fabrikalar kurup üretime yönelmemiş, geçici kaynaklar
tükenince de, çölde su arar gibi kaynak arayışına çıkmış sorumsuz pişmanlar
ülkesi…
“Durun kalabalıklar! Bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun! Bir dünya iniyor tepemizden;
Çatırtılar geliyor, karanlık kubbemizden…”
Şimdi sizler, ufukta beliren tehlikeleri haber verenlere “hain”
demekle meşgulsünüz. Korkunç bir kibir içerisinde, sizi uyarmak, sizi uçurumun
kıyısından geri çevirmek isteyenleri aşağılamakla, linç etmekle,
cezalandırmakla meşgulsünüz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder