8 Kasım 2017 Çarşamba

Gülelim mi ağlayalım mı?

AK Parti iktidarının en yüksek seviyeden dile getirdiği, şehirlerimizin nasıl mahvedildiğine, nasıl betonlaştırıldığına, ruhunu ve kimliğini nasıl kaybettiğine dair eleştirileri, ibretle dinliyorum. Gülelim mi, ağlayalım mı? Yoksa saçımızı başımızı mı yolalım? Yahut tımarhanelik mi olalım? Yoksa Türkiye'yi 15 yıldır CHP yönetiyordu da biz bir rüya mı görüyorduk?..

26 Eylül 2017 Salı

Önce sakin ol!

Kan revan içinde, yaralı bir yakınınızı acil serviste doktora götürmüş olsanız ve doktor, yaralıyı görünce soğukkanlılığı terk edip telâşlansa, öfkeyle bağırıp çağırmaya yahut üzüntüsünden ağlamaya başlasa, siz, o doktorun isabetli ve başarılı bir müdahalede bulunabileceğinden emin olabilir misiniz?

Uluslararası bir kriz de, bir doktor soğukkanlılığı içinde değerlendirilmelidir. Eğer böyle bir kriz, telâşla, heyecanla, öfke patlamalarıyla, kahramanlık nutuklarıyla yahut gerilim yüklü üzüntü beyanlarıyla değerlendirilmeye başlanmışsa, sağlıklı bir analizden bahsedilemez. Mesele, bütün boyutlarıyla değerlendirilmiyor demektir. Böylesi durumlarda medya yoluyla oluşturulan psikolojik duygu dalgasının, hangi devletlerin politikalarıyla örtüştüğüne bakmak gerekir. Oluşan siyasî dalga, bizim, kendi devletimizin politikası mıdır, yoksa oyun kurucu devletlerin bir psikolojik harekâtı mıdır?..

Her görüşü dikkate almayan, meseleyi bütün boyutlarıyla masaya yatırmayan, bütün ihtimalleri gözden geçirmeyen bir yaklaşım tarzı ile analiz yapılabilir mi? Bir oyun, bir kurgu, bir senaryo, bir tuzak varsa, böyle bir yaklaşımla fark edilip tedbir alınabilir mi?.. Kahraman bir millet olduğumuzdan şüphemiz yok; ama biraz da aklımızı kullanmayı öğrensek...

15 Eylül 2017 Cuma

“Ekmek karneli günler” eleştirisi, bir ekmek gibi bayatlamadı mı?


Her seçim döneminde iktidar partisinin seçim mitinglerinde, CHP’ye yönelik eleştirilerin vazgeçilmez şablonlarından birisi de “ekmek karneli günler”dir. İktidar partisinin miting konuşmacıları, kendi iktidar dönemlerinin refah seviyesini geçmişle mukayese etmek için, taa 1940’lı yıllara giderler. Oysa bu yıllar, 2. Dünya Savaşı yıllarıdır. Türkiye, Balkan Savaşlarının yıkıcı, sarsıcı etkilerini üzerinden atabilmiş değildir. 2. Dünya Savaşı’na girmemiştir ama yoksulluk diz boyudur. Erkekler, tedbir olarak silah altına alınmıştır, buğday üretimi çok azalmıştır. Buğdayın un hâline getirilmesi aşaması da zorlaşmış olmalıdır. 1938-1945 yılları arasında ülkenin tarım üretimi, 3 milyon ton azalmıştır. Pahalılık ve karaborsacılık başlamıştır… Salgın hastalıklar da cabası…

14 Eylül 2017 Perşembe

Başkalarının kurgularını kendilerinin operasyonları zannedenler...

AK Parti tabanında iktidara ve yöneticilerine karşı giderek daha yüksek sesle dile getirilmeye başlanan eleştiriler, tepkiler, yargı alanında sergilenen adaletsizliklerin tabii bir sonucu mu; yoksa o adaletsizlikler ve “eleştirilerin fiilen yasaklanması” yoluyla oluşturulan baskı atmosferi, bu tepkilerin doğması için bilinçli olarak mı kurgulanmıştı?

Eğer bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halk desteğinin azaltılması için yapılmış bilinçli bir kurgu ise, kabahat kimdedir? Muhalif cephenin giderek büyümesine sebep olan hataları, yanlışları art arda hayata geçiren iktidarda mı, yoksa “Yeter artık!” demek durumunda kalan parti içi muhalefette mi?..

13 Ağustos 2017 Pazar

Derinlerde neler oluyor?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Isparta’da yaptığı konuşmada, “Gerekirse bu yolda yeni Çanakkale’lere, yeni 15 Temmuz’lara var mıyız?” diye sormuştu.

AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk de, önce, Diriliş Postası gazetesinde yayınlanan yazısında, “Sıra dışı gelişmeler bizi bekliyor” demişti. Ardından, Sivas’ta İhlas Haber Ajansı’na yaptığı özel açıklamada, şunları söylemiş:

Kuzey Kore meselesi

Yanlış hatırlamıyorsam, MİT Daire Başkanlarından merhum Prof. Dr. Mahir Kaynak, Kuzey Kore meselesi hakkında mealen ve özetle şu analizi yapardı:

“Amerika Kuzey Kore’yi büyük bir tehlike ve tehdit olarak takdim ettikçe, Japonya, kendisini bu tehlikeden koruyabilecek tek gücün Amerika olduğunu düşünmeye ve ona bağlı kalmaya devam eder. Nitekim, Japonya’ya atom bombası atan da, daha sonra yeniden kalkınması için maddî yardımda bulunan da Amerika’dır...”

MİT TIR’ları meselesi, Aydınlık ile Cumhuriyet gazetelerinin manşetleri ve Kılıçdaroğlu’nun tutuklanma ihtimali...

Doğu Perinçek’in Genel Başkanı olduğu Vatan Partisi’nin yayın organı durumundaki Aydınlık gazetesi, 21 Ocak 2014 tarihinde, “İşte TIR’daki Cephane” başlıklı haberi, fotoğraflı olarak sürmanşetten yayınlıyor... Gazete yöneticileri hakkında herhangi bir adlî işlem yapılmıyor...

Aydınlık gazetesinin bu yayınından hayli zaman sonra Cumhuriyet gazetesi, 29 Mayıs 2015 tarihinde “İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar” başlıklı haberi manşetten yayınlıyor...

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2 gün sonra, 31 Mayıs 2015 tarihinde TRT’nin canlı yayınında, “Bu haberi yapan, bedelini ağır ödeyecek” diyor...

Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül, 26 Kasım 2015 tarihinde tutuklanıyorlar...

Öncelikle teşkilatları mı değiştirelim, politikaları ve zihniyeti mi?

15 yıldır iktidarda olmak, AK Parti teşkilatlarında ve belediyelerinde hem yorgunluğa hem de rehavete sebep olmuş olabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu durumu “metal yorgunluğu” olarak tanımlıyor. Teşkilatlarda yenilenme, bu yorgunluğun ve rehavetin atılması için bir çözüm olarak gözükebilir. Ancak benim merak ettiğim, şu:

Devasa boyutlara ulaşmış olan sıkıntıların temel kaynağı, gerçekten de il ve ilçe teşkilatları ile belediyeler mi? Şöyle ki;

Bu ülke…

Dış politikadan ekonomiye; çevre ve şehircilikten kültüre / sanata; tarım ve hayvancılıktan bilim ve teknolojiye kadar her alanda yanlışlıklar, başarısızlıklar, kepazelikler, hezimetler yaşanır, kimsenin gıkı çıkmaz, Cumhurbaşkanı Coca Cola tesislerinin açılışını yapar, kıyamet kopar. Bu ülke, böyle bir ülkedir...

Araplaşmak

“İyi bir Müslüman” olmayı adeta Araplaşmak olarak algılayanlar var ne yazık ki. Arapları sevebiliriz; ama Araplaşmak zorunda değiliz...

7 Ağustos 2017 Pazartesi

İlhami Işık: 2019 kaybediliyor

Star gazetesi yazarı İlhami Işık, twitter sayfasında şöyle yazmış:


“Referandum öncesi iyi gitmiyor dedim, kibir budalası herifler "deli" muamelesi yaptılar bana ve yine diyorum: İyi gitmiyor, 2019 kaybediliyor...”

Eden bulur

Değişmez kuraldır: Eden bulur... Öyle ya da böyle, er ya da geç...

7 Haziran 2017 Çarşamba

Endişelenmeyelim de ne yapalım?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katar meselesi hakkında yaptığı ilk açıklamada, “Burada farklı bir oyun oynanıyor. Ama bu oyunun arkasında kimler var, şu anda onu henüz tespit edebilmiş değiliz” demişti. Bırakın hâlihazırda oyunu anlayamamış olmayı, Türkiye’nin bunu değil aylar önce, birkaç yıl önceden görebilmiş ve tedbirini almış olması gerekirdi.

Türkiye, 16 Nisan’da başkanlık sistemini oylamak için sandığa gitti ve sandıktan başkanlık sistemi çıktı. Ülkenin “Başkan” adayı, Cumhurbaşkanı ve aynı zamanda iktidar partisinin Genel Başkanı ise, “Bu oyunun arkasında kimler var, şu anda onu henüz tespit edebilmiş değiliz” diyor. Vahimden de öte, korkunç bir beyan. Endişelenmeyelim de ne yapalım?..

5 Mayıs 2017 Cuma

Bir kitap tavsiyesi

Son yıllarda, özellikle son haftalarda yaşadığımız çalkantıların aslında ne anlama geldiğini anlamak istiyorsanız, Faruk Bilgin’in merhum Mahir Kaynak’la yaptığı röportajlardan oluşan “Büyük Ortadoğu Projesi” isimli kitabı dikkatle okumanızı tavsiye ederim. Her şeyin nasıl tepeden tırnağa kurgu olduğunu, kendi tabii seyri içerisinde cereyan ettiğini zannettiğimiz bütün olayların aslında nasıl bir projenin parçaları olduğunu, bizler birbirimizin boğazını sıkmakla aslında bir oyunun nasıl basit figüranları hâline geldiğimizi fark ettiğinizde, belki de çok şaşıracaksınız. Çok akıllı zannettiğiniz nicelerinin de aslında bir kurgunun aptal oyuncuları olduğunu anladığınızda da... Hayal kırıklıklarına psikolojik olarak hazırsanız, okuyabilirsiniz...

23 Nisan 2017 Pazar

Mutluluk

Mutluluğunuzu, başkalarının mutsuzluklarının üzerine inşa ediyorsanız, asla mutlu olamayacaksınız demektir...

Sahi neydi bu beka meselesi?

18 maddelik anayasa değişikliğinin oylandığı halkoylaması öncesinde yürütülen 2 aylık propaganda süresince ‘Evet’ tezini savunmak için öne sürülen iddialardan birisi, “Türkiye’nin bekasının tehlikede olduğu” iddiasıydı. Şu ima ediliyordu: “Eğer halk oylamasından ‘Evet’ sonucu çıkmazsa, Türkiye, yıkılmanın eşiğine gelecek”...

Peki kim yıkacaktı Türkiye’yi? Avrupa mı? Avrupa Birliği, zaten dağılmanın eşiğine gelmişti. İngiltere, AB’den ayrılıp ABD’nin yanına gitmişti. Birlikten ayrılmayı düşünen başka ülkeler de vardı. AB, hem ekonomik sıkıntılar yaşıyor, hem de mülteci tehdidi karşısında çareler arıyordu. Bir Trump vuruyordu AB’ye, bir Putin... Atış serbestti zaten. Bu fırsatta arada sırada bir şaplak da biz vuruyorduk AB’ye... Bu durumdaki AB mi yıkacaktı Türkiye’yi?..

Erguvan mevsimi


İstanbul’un erguvan mevsimindeyiz... Biliyorsunuz, erguvan, ta Roma döneminden beri İstanbul’un rengidir aslında. Roma döneminde bu rengi kıyafetlerinde sadece imparatorluk mensupları kullanabilirlerdi. Halkın kullanması yasaktı. 1-2 gram erguvan boyası elde etmek için binlerce salyangoz avlamak ve onları birtakım işlemlerden geçirmek gerekiyordu. Elde edilmesi çok zahmetli, masraflı; boyası da pahalıydı. Dolayısıyla kullanılması da bir ayrıcalık gerektiriyordu...

İktidarın bileşenleri


Anayasa değişikliği, “kıl payı” bir farkla ve bütün muhalif görüşlerin halka ulaşmasının azamî ölçüde engellenmeye çalışıldığı bir halk oylamasında kabul edildi. (!) Geldiğimiz aşamada, MHP tabanının büyük bir kısmının, anayasa değişikliğini onaylamadığı görülüyor. İslâmcılar, AK Parti’den veya iktidar alanlarından tasfiye edilmek istendiklerini düşünerek, endişelerini ve tepkilerini dile getiriyorlar. Solcular, liberaller, Atatürkçüler, laikler de kendilerini zaten baştan beri dışlanmış hissediyorlar... Yani, toplum katmanlarının pek çoğu, endişe ve karamsarlık içinde... Buna, AK Partililerin önemli bir kısmı da dahil...

Soru şu: Yeni Türkiye’nin müttefikleri ve iktidar bileşenleri / paydaşları, kimlerden oluşacak? Toplumun geneline yayılan bu endişe, belirsizlik ve karamsarlık, nasıl giderilecek?..

Sürpriz mi? Hayır!..

İslâmcılar, bu günlerde AK Parti’den ya da iktidar alanlarından tasfiye edilmek istendiklerini düşünerek tepki gösteriyorlar. Bu durum, bir sürpriz mi? Hayır. Ben, 11 Eylül 2016 tarihinde “Soruları Erkenden Sormak Gerek” başlıklı kısacık bir yazıda, böyle olacağına dair bir öngörüde bulunmuş ve şöyle yazmıştım:

Her kesimin endişesi farklı ama herkes endişeli...
Yahut birbiriyle örtüşmeyen endişelerin çelişkisi…

Ülkücü / milliyetçilerin önemli bir kısmı, Türkiye’nin ABD eliyle eyaletlere ayrılıp bölüneceğinden endişe ediyor...

Bu endişeyi taşımayan ülkücüler ise, MHP’nin hızla eriyip yok olacağından endişe ediyorlar...

Atatürkçüler, Atatürk ilke ve inkılaplarının uygulamadan kaldırılıp, Türkiye’nin “dinci / gerici” bir yapının yönetimine gireceğinden endişe ediyorlar...

19 Nisan 2017 Çarşamba

Bana kızdınız, peki Ergün Diler’e de kızabilecek misiniz?

Takvim gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni ve A Haber’de yayınlanan “Yaz-Boz” programının sunucusu Ergün Diler, “Mevziler Hazır” başlıklı yazısında açıkça şu ifadeleri kullanmış:

“Trump, Kraliçe Elizabeth ile Tayyip Bey ile ve Çin ile yan yana gelecekti. Geldiler de zaten! Aradaki pürüz Avrupa Birliği ile Rusya idi! Bu nedenle bu dengeyi oluşturan güç Fransa-Almanya- Rusya’ya vuracaktı... Tabii Trump içeriden gol yemezse! Eğer Trump kontrol edilir hale gelirse dünya bambaşka bir seyir alırdı!

18 Nisan 2017 Salı

Sokağa dökülen kaybeder

Sokağa dökülen tuzağa düşer ve kaybeder. Demokrasi talebinde samimi olanlar, mücadelesini siyasî zekâsıyla yürütür ve kazanır...

Taraflar ve tuzaklar

Türkiye üzerindeki yeni kurguları görüyorum... Tehlikeli... Taraflar, hâlâ akıllarını kullanma eğiliminde değiller... Her iki taraf da tuzağa düşüyor...

Batı’nın medya telâşı...

Batı dünyası neden bu derece telâş içerisinde Türkiye’deki medya ile ilgileniyor? Çünkü Türkiye’deki medya kuruluşları 100 yıldır kendi kontrolleri altındaydı ve bu medya vasıtasıyla Türkiye’nin ekonomisini, siyasetini, sosyal ve kültürel yapısını istedikleri gibi değiştirebiliyorlardı. Şimdi, medya kendi kontrollerinden çıkacak diye büyük bir korku yaşıyorlar. Türk medyasını tekrar kendilerine uşak hâline getirebilmek için de içimizdeki Batıcıları sivil piyadeler gibi kullanmaya çalışıyorlar. Ciddi orandaki bir kitle de, Batı’nın derdinin gerçekten de demokrasi ve basın özgürlüğü olduğunu zannediyor...

28 Mart 2017 Salı

Kanaatlerimdeki değişikliğe dair

Dışarıdan bakıldığında, bazı konulara dair kanaatlerimdeki keskin değişiklikler, kimilerinize anormal hatta “şüpheli” bile gözüküyor olabilir; ama siz benim hangi adiliklere bizzat şahit olduğumu, neler görüp neler duyduğumu bilmiyorsunuz ki... Bilmeyeceksiniz de... Ben, gözümün önündeki perdenin kalkmasına vesile olan sebeplerle beni karşılaştıran Rabbime şükrediyorum. Olaylara ve insanlara partiler üstü bir zaviyeden bakarak, bağımsız bir şekilde düşünebilmek büyük bir kazanç. Pek çok kimse bunu bir yenilgi olarak görür; ama değildir. Cemil Meriç’in “deli gömleği” benzetmesini hatırlayınız...

ABD Türkiye’de neden ‘başkanlık sistemi’ istiyor?


Hukukçu Celâl Ülgen, HaberTürk’te katıldığı bir programda, Türkiye’nin başkanlık sistemine geçişi ABD’nin istediğini ileri sürerek, sebebini, CİA Eski Türkiye Şefi Paul Bernard Henze’nin 2006’da yayınladığı raporu okuyarak açıkladı. Ülgen’in iddiasına göre raporda şöyle deniyordu:

“Türkiye’nin bu şekliyle Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Ülkeyi kuranlar, denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis, Meclis’i ikna ettiğimizde ordu, orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza çıkabiliyor. Eğer Amerika’nın çıkarı, Türkiye’de bir federal devlet kurulması ise, mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, Meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir. Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen bir yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır. Eğer o bir kişi, Amerikan çıkarlarına yardım etmek konusunda tereddüt ederse, bir kişinin üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak, Amerika için sorun olmaz.”

17 Mart 2017 Cuma

Hollanda ve Almanya krizi, Erdoğan’ın kurgusuymuş

Türkiye-Hollanda krizi, 12 Mart’ta patlak verdi.

Bu krizden 6 gün önce Başbakan Binali Yıldırım, atv’de canlı olarak yayınlanan “Gündem Özel” programında, bazı Avrupa ülkeleri ile yaşanan sıkıntıları değerlendirmişti.

Başbakan Yıldırım, 18 Ocak’ta Almanya’nın Oberhausen şehrinde anayasa değişikliği halk oylamasına yönelik olarak bir program yaptıklarını ve 12 bin gurbetçi ile bir araya geldiklerini hatırlatıyor ve “Çok coşkulu, çok güzel bir program oldu ve hiçbir kimsenin de burnu kanamadı. Ne bir huzursuzluk, ne bir kargaşa, ne bir sıkıntı meydana gelmedi.” diyor…

28 Şubat 2017 Salı

Referandum ve Bahçeli

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bir taraftan (ve “çaktırmadan”) iktidarı yerden yere vurup, bir taraftan da ısrarla ve kararlılıkla referanduma “Evet” demeye devam etmesi, sizi hiç mi düşündürmüyor?..

26 Şubat 2017 Pazar

Barış Manço’nun “Darbeler ve Müzik” konulu belgeseline ne oldu?

Barış Manço
You Tube’da bir arama yaparken, karşıma, muhtemelen 1998 yılında atv’de yayınlanmış olan müzik konulu Siyaset Meydanı programında rahmetli Barış Manço’nun söyledikleri çıktı.

Çok partili hayata geçildiği 1950’li yıllarda türkülerimizin yeniden hatırlanmaya başlandığını belirten Manço, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 tarihlerinde halkın beğenisine sunulan müzik türleri ile bu tarihler arasında çok ilginç bağlantılar olduğuna ve “çok tuhaf sonuçlar ortaya çıktığına” işaret ediyor ve şu çağrıda bulunuyor:

2 Şubat 2017 Perşembe

Gül, Trump’a tepki göstererek 1-0 öne mi geçti?

ABD Başkanı Donald Trump’ın 7 ülkenin Müslüman vatandaşlarının ABD’ye girişlerini yasaklaması karşısında AK Parti-Erdoğan yönetiminin sessiz kalmayı tercih etmesi, parti tabanında özellikle Millî Görüş kanadında dışa vurulmayan tepkilere sebep olmuştu. AK Parti-Erdoğan karşıtı blok da iktidarın bu sessizliğini / tepkisizliğini eleştiri konusu yapmış ve bir karşı propagandaya dönüştürmüştü.

Bu aşamada 11. Cumhurbaşkanı Gül, twitter sayfasında Trump’a tepki gösteren mesajlar yayınladı. Gül’ün bu tavrının AK Parti’de ve seçmeninde bir karşılığı olup olmayacağı henüz belli değil; ama siyaseten bu konuda 1-0 öne geçtiği söylenebilir…

24 Ocak 2017 Salı

Leylaklar, morsalkımlar


Rahmetli babam vesile olmuştu; onunla sevmiştim leylakları... 80’li yıllarda salonun tavanını leylak rengine boyayarak bir “devrim” yapmıştı. Önce yadırgamış, sonra sevmiştik... Göztepe’de, okul yolunda her gün önünden geçtiğim güzel bir leylak ağacının olduğunu da rahmetli babam sayesinde fark edebilmiştim... Galiba mor salkımdı o; ama biz leylak olarak bilirdik onu. Leylaklar ve morsalkımlar birbirine çok benzer. Renkleri de aşağı yukarı aynıdır ve ne güzeldir...

23 Ocak 2017 Pazartesi

İslâmcılar da “Ya sev, ya terk et!”çi oldular

Eskiden, solcularla birlikte İslâmcılar, milliyetçilerin kullandıkları “Ya sev, ya terk et!” sloganına tepki gösterirlerdi. “Sistemden kaynaklanan yanlışlıklara tepki göstermek, ülkeyi sevmemek anlamına gelmez; aksine, daha insanca yaşanabilir, hak ve özgürlüklerin teslim edildiği, gelir dağılımında adaletin sağlandığı hakça bir düzen için eleştiriyoruz. Ülkemizi sevmediğimiz için değil, aksine, sevdiğimiz için eleştiriyoruz” derlerdi… Bakıyorum da, dünün İslâmcıları, bugün milliyetçilerden daha fazla “Ya sev, ya terk et!”çi olmuşlar… Bakalım daha neler göreceğiz…

3 Ocak 2017 Salı

Anlaşılıyor ki mart ayı çok sıcak geçecek

Gazeteci Fuat Uğur, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden yaklaşık 3 ay önce, “Cemaatçi askerlere son uyarı: Tavuk ‘tar’da sayılır!” başlığıyla 21 Nisan 2016 tarihinde Türkiye gazetesinde yayınlanan yazısında, darbe hazırlığı yapanlara şöyle sesleniyordu:

“Tekrar uyarmak gerekir ki Devlet onları izliyor. İstihbaratıyla, tüm silahlı kuvvetler hiyerarşisi olarak komuta kademesiyle, hükümetiyle, emniyetiyle, halkıyla, siyasetçisiyle, STK’larıyla bir bütün olarak devlet “suç” işlemelerini bekliyor.”

1 Ocak 2017 Pazar

Kurgu

Kendilerini “dindar, milliyetçi, muhafazakâr” olarak tanımlayan kitleyi “Din elden gidiyor! Bu son savaşımız!” diyerek; kendilerini “lâik, Atatürkçü, Kemalist, modern” olarak tanımlayan kitleyi de “Lâiklik elden gidiyor! Ya hep, ya hiç!” diyerek tahrik edecekler... Böyle bir çatışmanın sonunda, 15 Temmuz’dakine hiç benzemeyen esaslı bir askerî darbe gelir. Peki bu bir ABD darbesi mi olur, Rusya darbesi mi? Muhtemelen 12 Mart 1971 darbe teşebbüsü sürecinde olduğu gibi, sınırlarımızın dışındaki taraflar masaya oturur, kendi aralarında pazarlık eder ve bir şekilde mutabakata varırlar... Olan, birbirine giren sıradan vatandaşa olur. Yani toplumun her kesimi kaybeder... Hepimiz kaybederiz... Bu işleri şaka zannetmeyin. Oyun oynamıyoruz! Bu bir filim değil. Çatışmaya bu kadar hevesli olmayın! Sonu felâkettir...