Bu cümleler arasındaki “Buralara nasıl geldiğimizi de
iyi bileceğiz” cümlesi, geçmişte yaşadıkları yargı müdahalelerini ima ediyor.
Yıllar sonra ilk kez Erdoğan’ı, laik yargı müdahalesi ihtimaline karşı açık bir
tedirginlik içinde, tedbirli ve temkinli bir duruş sergilerken görüyoruz. Bu
küçük ayrıntı, tabanın henüz farkında olmadığı bir değişimin varlığına işaret
ediyor… Belli ki Erdoğan farkında; ama bu tehlikeyi tabana fazla yansıtıp
tedirgin etmek istemiyor…
Bu küçük ayrıntılar, Atatürkçü / Kemalist / laik
hassasiyetin yargıda giderek baskın hâle gelen yansımaları değil mi? Gençlerin
önce “minareler süngü” mısralarını, ardından da koro halinde ayetleri Arapça aslından
okumaları, Erdoğan’ı tedirgin ediyor…
***
Şimdi akışı takip edelim:
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “AK Parti Genel
Başkanı” kimliğiyle katıldığı Giresun 6. Olağan Kongresi’nde yaptığı konuşmayı
izliyorum. Erdoğan, konuşmalarının “Gidiyoruz gündüz gece” gibi bilinen
şablonlarını tekrarlarken, tribünlerdeki gençler, Erdoğan’ın daha önce hapse
girmesine sebep olan, Ziya Gökalp’e ait olduğu söylenen ancak aslında Cevat
Örnek’e ait olan şiiri, hep birlikte okumaya başlıyorlar:
Minareler süngü, kubbeler miğfer;
Camiler kışlamız, müminler asker.
Bu ilahî ordu. dinimi bekler.
Dillerde tevhid, Allahu Ekber!
Tribündeki coşkulu gençlerden bir grup, asker üniforması
giymişler… Zeytin Dalı Harekâtı’na bir destek ifadesi ve “Başkan bizi Afrin’e
götür” mesajı olsa gerek… Erdoğan, gençlerin “minareler süngü” seslenişlerine
şöyle karşılık veriyor:
“Herhalde tekrar içeri gireceksiniz. Öyleye benziyor… Evet…
Şimdi bu sabah da gelirken diyordum ki, acaba ben bunu bir okusam mı? Veya
tekrar bir söylesem mi? Ama benim söylememe gerek kalmadı. Gençler söylediler…”
Bunu söylerken gülümsüyor; ama bu şiir konuşma yaptığı
salonlarda okunduğunda ilk kez böyle bir değerlendirme yapıyor. “içeri girmek”ten
bahsediyor, “Okusam mı, okumasam mı?” tereddüdünü dile getiriyor.
Abartıyor muyum? Peki, Erdoğan’ın bu sözlerini sıradan bir
nükte / lâtife / espri kabul edip geçelim…
Erdoğan, sözü “metal yorgunluğu”na getiriyor ve şunları
söylüyor:
“Görevi devralırken, hatırlarsanız, bir şey söyledim. Dedim
ki, bir metal yorgunluğu var. Bu metal yorgunluğunu aşmamız lâzım.
Elhamdülillah şimdi Afrin harekâtıyla artık bir diriliş hamlesinin içerisine
girdik.”
Erdoğan, konuşmaya devam ediyor. İstanbul Güngören İlçe Kongresi’nde yaptığına benzer bir şekilde, bu kez protokolde oturan bakana canlı yayında talimat veriyor:
“Gerçi bu kapalı spor salonu çok ufak. Önümüzdeki yılın inşallah
ikinci yarısına, 3 bin 500 kişilik salonumuz, hazır hale gelecek. Sayın Bakan!
İşi hızlandırın hızlandırın! Daha hızlı!..”
“Bakana fırça, tribünlere jest” formülü, anında gençlerde
karşılık buluyor:
“Reeeceep Taaayyiiip Erdoğaaan / Recep Tayyip Erdoğaan!..”
Az sonra gençler, Necip Fazıl Kısakürek’in “Zindandan Mehmed’e
mektup” şiirinin son mısralarını okuyorlar:
Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte.
Ölsek de sevinin, eve dönsek de.
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte;
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir.
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir.
Problem yok… Erdoğan, “Eyvallah. Ebed bizimdir” diyerek
gençlere karşılık veriyor… Devam…
Karşılıklı coşturma faslı al takke ver külah devam ediyor. Erdoğan,
AK Parti’nin, hiç de şahit olmadığımız bir özelliğini dile getirerek sürdürüyor
konuşmasını:
“Gençler! Şunu da unutmayın: Biz, ‘hesaba çekilmeden nefsinizi
hesaba çekin’ ilâhî emrine râm olmuş, muhasebeyi, murakabeyi rehber edinmiş bir
hareketiz.”
Derken, Erdoğan, mülkî âmirlere ve bakana spor salonu
fırçasını, yumuşak bir üslûpla tekrarlıyor:
“Elhamdülillah; şimdi dışarıda, şu salonun dört misli,
elhamdülillah, katılım vardı. Çünkü salon ufak! Buraya giremediler. Dışarıdaydılar…
Heyecan, coşku, hepsi vardı. E şimdi salonda da maşallah coşku iyi; ama salon
ufak! Tabi bu zarf, mektup zarfı, diplomat değil. Onun için önümüzdeki yıla
yetişecek…”
Gençlerden karşılık gecikmiyor:
“Biir şaaarkısın seeen, öömüüür boyuuu süreceeek…”
Kongre, Erdoğan’la tribünlerdeki gençlerin karşılıklı
paslaşmalarıyla devam ediyor…
Az sonra Erdoğan, konuyu İMF’ye getiriyor. Yıllardır, “İMF’den
borç alan ülke olmaktan çıktık, artık İMF’ye borç veren ülke olduk” diye
tekrarlanan nakarat, geçen sene İMF’ye borç morç vermediğimiz ortaya çıkınca,
bu kez şu şekle bürünüyor:
“İMF bizden 5 milyar Avro borç istedi… Ve arkadaşlar bana
sordular, ‘verelim mi?’ Verin dedim. Baktılar ki ‘yaa bu Türkler ciddi, İMF
almaktan vazgeçti… Bütün mesele bu…”
Mantık filozofları, felsefe profesörleri ne düşünür,
bilemem. Borç vermekte ciddi olduğumuzu görünce borç istemekten vazgeçen uluslararası
bir kuruluş… Bir yüksek lisans, bir doktora konusu olabilir…
Bir İMF masalı da birkaç yıl sonra böyle bitiyor… Meee!..
Mesele öyle muallâkta bırakılır mı? Erdoğan, Mehmed Akif
Ersoy’un mısralarıyla, vurguyu perçinliyor:
“İmandır o cevher ki, ilâhî, ne büyüktür / İmansız olan
paslı yürek, sinede yüktür.”
Sıra, ekonomi profesörlerini çatlatmaya geliyor:
“Hatırlayın; paramızda sıfırlar boldu değil mi? Tuvalete
gittiğimiz zaman kaça gidiyorduk? 1 milyon Lira. Hatırlayın… Ne günlerdi o
günler yaa!.. Ne oldu? Biz geldik, yaa dedik, şu 6 sıfırı bi atın bakalım. Arkadaşlarım
bile ‘yaa şöyledir, böyledir’… Yaa atın şu sıfırları! Atarsak ne olacak? Hiç. ‘E
birileri şöyle der, böyle der’. Biz ne deriz, o önemli. 6 tane sıfırı attık. 1
milyonluk tuvalet, 1 Liraya düştü. Bu günleri gördük mü? Elhamdülillah. Mesele
bu… İş bileniiin, kılıç kuşananın…”
Konuşma, hava ulaşımı, havaalanları, yollar, okullar, fındık
üreticisine destek ve saire ile devam ediyor… Ardından epeyce bir CHP /
Kılıçdaroğlu tepkisi, daha sonra da Afrin / Zeytin Dalı Harekâtı ve öldürülen
terörist sayısına dair son rakamlar…
Tribünlerdeki gençler, bir sürpriz yapıyorlar ve Âli İmran
suresinin bazı ayetlerini, Arapça aslından koro halinde okumaya başlıyorlar.
Türkçe mealine geçtiklerinde ise Erdoğan, bu kez rahatsız oluyor. “Gençler, gençler,
gençler! Onları siz bana bırakın” diyerek tribünleri susturuyor ve gençlere şu
uyarıda bulunuyor:
“Bak, bunları inşallah kabristanlarda okuyun da… ama siyasî
bir toplantıda bunları bize bırakın! Nerde neyi konuşacağımızı, neyi
okuyacağımızı iyi belirleyelim. Bize eyvallah. Siz, onları bize bırakacaksınız.
Tamam? Buralara nasıl geldiğimizi de iyi bileceğiz. Türbede miyiz, camide miyiz,
bunları ayıracağız. Yoksa bir siyasî toplantıda mıyız? Bunu da ayıracağız. Ve
unutmayın; biz, bu milletin tümünü kucaklayacağız. Hepsini. İstisnasız. Benim
gencim, gayet güzel ayet okuyor ama ayeti okuyamayanlar da var. Onları da
katacağız. Onları da buraya alacağız…”
Bu cümleler arasındaki “Buralara nasıl geldiğimizi de iyi
bileceğiz” cümlesi, geçmişte yaşadıkları yargı müdahalelerini ima ediyor.
Yıllar sonra ilk kez Erdoğan’ı, laik yargı müdahalesi ihtimaline karşı açık bir
tedirginlik içinde, tedbirli ve temkinli bir duruş sergilerken görüyoruz. Bu
küçük ayrıntı, tabanın henüz farkında olmadığı bir değişimin varlığına işaret
ediyor… Belli ki Erdoğan farkında; ama bu tehlikeyi tabana fazla yansıtıp
tedirgin etmek istemiyor…
Bu küçük ayrıntılar, Atatürkçü / Kemalist / laik
hassasiyetin yargıda giderek baskın hâle gelen yansımaları değil mi? Gençlerin
önce “minareler süngü” mısralarını, ardından da ayetleri koro halinde Arapça aslından
okumaları, Erdoğan’ı tedirgin ediyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder