28 Nisan 2018 Cumartesi

Bu bir insanlık sınavı değilse herhalde bir kâbus olmalı

Şahsî hırslara dayalı hararetli tartışmaları, hakaretleri, küfürleri, seviyesiz suçlamaları bir tarafa bırakalım ve memleketin siyasî fotoğrafını görebilmek için, parçaları birleştirmeye çalışalım.

Ortada oldukça tuhaf bir durum var:

“3Y” ile; yani yolsuzluklarla, yoksullukla ve yasaklarla mücadele edeceğini vaad ederek yola çıkmış olan AK Parti’nin adı, mücadele edeceğini iddia ettiği kötülüklerle birlikte anılıyor. Bunu, AK Parti saflarında kalacağını beyan etmesine rağmen, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu da hatırlatıyor, “partiler üstü” konumda kalmayı tercih eden 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de. Dikkat ediniz, AK Parti seçmeninin genel tavrı o kadar büyük bir evrim geçirdi ki, kim ki 3Y ile mücadeleyi hatırlatıyorsa, kim ki adaletten, hukukun üstünlüğünden, kuvvetler ayrılığından, farklılıkların bir zenginlik olarak kabul edilmesi gerektiğinden, birlikte yaşama kültüründen, yani medeniyetten bahsediyorsa, ona lâyık görülen sıfatlar, “Hain, fitneci, terörist” benzeri kelimeler oluyor…

Abdullah Gül’e, Ahmet Davutoğlu’na, Abdüllâtif Şener’e, Bülent Arınç’a lâyık görülen bu sıfatlar, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na ve İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e haydi haydi müstehak görülüyor… Bu listeye şimdi, yavaş yavaş da olsa, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun ismi de ilâve edilmeye çalışılıyor…

Tabloya bakınız:

Bir tarafta “adalet” diyen, “hukukun üstünlüğü” diyen, “kuvvetler ayrılığı” diyen, “şeffaflık, denetim, hesap verebilirlik” diyen, “temsilde adalet” diyen, “güçlü Meclis” diyen, “üretime dayalı bir ekonomi” diyen, “gelir dağılımında adalet” diyen, “ekonomik refah” diyen ve kutuplaştırmaya, ayrıştırmaya, düşmanlaştırmaya karşı çıkan bir muhalefet; diğer tarafta bu taleplerde bulunan muhalefetin tamamını “hain, fitneci, terörist” ilân eden bir iktidar ve o iktidarın fanatik seçmenleri…

Oysa, muhalefetin şikâyetlerinin doğruluğunu ve taleplerinin haklılığını, bizzat iktidar mensuplarının sözleri ortaya koyuyor. Sadece ilk aklıma gelenleri hatırlatmakla yetineceğim:

Tarım ve hayvancılık

“Meralarımız var ama et fiyatları almış başını gidiyor. İhtiyacımızı karşılayabilmek için ithalat yapmak zorunda kalıyoruz” diyen bir cumhurbaşkanı…

“Azotlu gübreyle topraklarımızı mahvettik ve topraklarımız suyla buluştuğu zaman, ne yazık ki çamur olup, akıp gidiyor” diyen bir cumhurbaşkanı…

“Ülke olarak aslında imkânlarımız yeterli olduğu halde, plansız, programsız iş yapılması sebebiyle arz açığı veya arz fazlasıyla karşılaşıyoruz” diyen bir cumhurbaşkanı…

Adalet

“Eğer bir ülkede halk bunalmış ve ellerini semaya açarak adalet çığlığı atar hâle gelmişse, oradaki yargı sisteminde bir sorun var demektir” diyen bir cumhurbaşkanı…

Çevre ve şehircilik

“Şehir kurmak için gönül bağı gerekir. Bugünkü şehirlerimiz, maalesef bireysel hırsları merkeze alan bir bakış açısıyla inşa ediliyor. Bu sebeple günümüz şehirleri, insana huzur vermiyor. Orada ruh yok, huzur yok” diyen bir cumhurbaşkanı…

“Şehirler, insana huzur vermiyor. Az önce güzel kızımız ifade etti; ‘beton, beton, beton…’ Orada ruh yok, huzur yok” diyen bir cumhurbaşkanı…

Eğitim ve kültür

“İki alanda arzu ettiğimiz gelişmeyi sağlayamadık. Bunlar, eğitim ve kültürdür” diyen bir cumhurbaşkanı…

Ekonomi

İktidar, “Ekonomi yönetiminde başarısız olduk” demiyor; çünkü bu da dile getirilecek olsa, film kopacak…

Ama meselâ Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Şimşek, işlerin pek de iyiye gitmediğine ve birtakım tedbirler alınması gerektiğine dair uyarılarda bulunmaya yeltenecek olsa, halka açık bir şekilde azarlanıveriyor…

İşsizlik, ard arda gelen zamlar, enflasyon, faiz girdabı, iç ve dış borçlar, israf, kaynakların heba edilmesi, şeker fabrikalarının, kömür ve linyit madenlerinin elden çıkarılması gibi pek çok madde, sorgulanması adeta yasaklanmış olan maddeler…

Uluslar arası ilişkilerde sergilenen tutarsızlıklar sebebiyle itibarı oldukça zayıflamış, ittifaklarına karar verememiş, denge politikasını da sağlıklı bir şekilde yürütememiş, yalnızlaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış bir Türkiye…

Hukukun rafa kaldırıldığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin büyük ölçüde devreden çıkarıldığı bir olağanüstü hal / OHAL yönetimiyle ayakta durabildiği görüntüsü veren bir iktidar; düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün oldukça sınırlandırıldığı bir Türkiye…

Kutuplaştırılmış, tasnif edilerek ayrıştırılmış, birbirine düşman hale getirilmiş bir millet; alt üst edilmiş, dengesi, uyumu, beraberliği, renkleri bozulmuş bir sosyal yapı…

Bütün bunları sıralamak, “ülke çok kötü yönetiliyor” demek ve evrensel değerleri savunarak daha iyi yönetilen bir Türkiye için alternatif üretmeye çalışmak, talepte bulunmak, “hain” ve “fitneci” ilân edilmek için yeterli sayılıyor.

Çok daha vahimi, bütün bu korkunç vaziyetin artık sıradanlaşması ve seçmenlerin yarısı tarafından kabullenilmiş hatta savunulur hale gelmiş olması…

Bu, bir insanlık sınavı değilse, herhalde bir kâbus olmalı…

Ben, ülkenin bu hazin gidişatı uzun süre sırtında taşıyabileceğini hiç ama hiç zannetmiyorum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder