9 Nisan 2018 Pazartesi

Hareketli günlerin, sarsıcı gelişmelerin eşiğindeyiz

Ruhani-Putin-Erdoğan
Çok yakında, oldukça hareketli günler ve hatta belki de sarsıcı gelişmeler yaşayacağımız anlaşılıyor. Neden böyle düşündüğümü açıklayayım:

13 Nisan’da “28 Şubat Davası”, 26 Nisan’da da “Ergenekon Davası” görülecek. Tarafların beyanlarına ve uluslararası alandaki gelişmelere bakılırsa, bu iki davanın sonucu, Türkiye’de ulusalcı çevrelerle iktidar arasındaki ilişkilerinin âkıbetini de belirleyecek. Daha açık ifade etmek gerekirse, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’e ve onun “Aydınlık” grubuna yakın ulusalcı “sivil ve askerî bürokrasi” ile iktidar arasındaki işbirliğinin devam edip etmeyeceği ortaya çıkacak. Bunu belirleyecek daha önemli bir turnusol kâğıdı ise, Esad yönetiminin Doğu Guta’da kimyasal silah kullandığı iddiası konusunda iktidarın nerede duracağı olacak. ABD ve NATO’nun yanında mı, Rusya, İran ve Suriye’nin yanında mı? ABD’nin yanında yer alırsa Avrasya ittifakı çatırdayacak, Suriye ve Rusya’nın yanında yer alırsa da NATO’yu karşısına almış olacak…

Ayrıntılara geçelim…

103 sanıklı 28 Şubat davasında savcı, İsmail Hakkı Karadayı ve Çevik Bir’in de aralarında bulunduğu 60 kişinin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmasını istedi. Dava, 13 Nisan’da Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.

Başbakan Binali Yıldırım, bu yıl 28 Şubat’ın yıldönümünde gerçekleştirilen “28 Şubat Darbesi: İnsan Haklarına Balans Ayarı” başlıklı programda yaptığı konuşmada, “28 Şubat davasında sona geldik. İntikamla değil, adaletle davranarak hukuk içinde hak ettikleri en ağır cezayı alacaklar. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın” demişti.

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ise, Başbakan Yıldırım’ın bu sözüne karşılık Ulusal Kanal’da yayınlanan röportajında, “Bir başbakan, yargının işlerine burnunu sokamaz! Tekrar uyarıyorum: Türk Silahlı Kuvvetleri’ni hedef alan kararlar, Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinde olumsuz etkilerde bulunur. O bakımdan hükümet başkanının veya AKP sözcülerinin, kendilerine dikkat etmeleri gerekiyor” demişti.

Vatan Partisi’ne yakın bir medya organı olan Aydınlık gazetesi yazarı Rafet Ballı da, “Erdoğan’ın 28 Şubat Mühendisliği” başlığıyla yayımladığı yazıların ikincisinde, iktidarın tekrar Ergenekon tarzı operasyonlar yapması ve ABD ittifakına yönelmesi hâlinde Türkiye’de kanlı bir çatışma olacağını yazmıştı.

Yazısının sonunda, “Tükiye’de iç cephede büyük kırılmalar olur mu? Yani Atatürkçülere veya Kemalistlere karşı yeniden Ergenekon tarzı operasyonlar olur mu?” diye soran Ballı, bu soruyu kendisi şöyle cevaplamıştı:

“Bazı şartlarla evet: Bugünkü dünya ve bölge dengeleri değişirse, iktidar, bölge ülkeleriyle yakınlaşma yerine tekrar ABD’nin peşine takılırsa, Böylece “iç”te ve “dış”ta açılım ve (Suriye’de) federasyon projelerine “evet” derse, Türkiye’de her şey olur. Hem de kanlı bir şekilde.”

“Hem de kanlı bir şekilde” diyecek kadar açık bir tehdit!..

Bu bakımdan sadece 13 Nisan’da görülecek olan “28 Şubat Davası” değil, 26 Nisan’da da görülecek olan “Ergenekon Davası” da bu ilişkilerin seyri açısından önem taşıyor.

Diğer taraftan, Türkiye gazetesi yazarı Cem Küçük, 9 Nisan 2018 tarihinde yayınlanan “17-25 Aralık’ın ve 28 Şubat’ın medya destekçileri yakında yargılanıyor!” başlıklı yazısında, şöyle yazdı:

“Önce 28 Şubat darbecileri, 13 Nisan’da ağırlaştırılmış müebbetleri yiyecek ve kanun gereği tutuklanacaklar. Sonra 28 Şubat askerî darbesi döneminde yaptığı yayınlarla bu darbeye zemin hazırlayan tüm gazeteciler, yani 28 Şubat’ın medya ayakları yargılanacak.”

Görüldüğü üzere, taraflar arasında, farklı kanatlardan restleşme sesleri yükseliyor.

Doğu Perinçek, 28 Şubat’ın, dönemin Başbakanı Necmeddin Erbakan’a karşı değil, Tansu Çiller’e ve Amerika’ya karşı yapıldığını, Erbakan’ın da o dönemde bunu fark ettiğini iddia ediyor. Ulusalcı cephenin 28 Şubat davasını neden bu kadar önemsediğini, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Ulusal Kanal’da yayınlanan röportajında şöyle açıklamıştı:

Türkiye ile Amerika arasındaki “Bin Yılın Meydan Okuması”

“Bakın, ’28 Şubat bin yıl sürecek’ dendi, hâlâ sürüyor. Afrin Harekâtı, aslında 28 Şubat çizgisinin devamıdır. ‘Nasıl?’ diyeceksiniz; 28 Şubat 96’dan sonra 98 yılında Genelkurmay –o zamanki- Başkanımız Hüseyin Kıvrıkoğlu, Eylül ayıydı, 3 Eylül mü, şu anda tam tarihini hatırlamıyorum, Eylül ayında dedi ki, ‘Biz’ dedi, ‘bin yıl’ dedi, ‘irticayla mücadele kararlılığına sahibiz’ dedi. Bin yıl… Eylül ayı ve 1998 yılı… Hemen arkasından, 98 yılının Ekim ayında, Amerika Birleşik Devletleri, “Millennium Challenge 2002” diye, daha sonra yapılan tatbikatın hazırlıklarına başladı. Yani Hüseyin Kıvrıkoğlu diyor ki, ‘Bin yıl kararlıyız, irticaya karşı mücadelede’. Hemen Amerika, bir ay sonra Türkiye’yi işgal tatbikatının hazırlıklarına başlıyor ve adını koyuyor: “Millennium Challenge”… ‘“Millennium Challenge’ ne demek İngilizce? ‘Bin yılın meydan okuması’… Yani Hüseyin Kıvrıkoğlu’na Amerika, ‘Sen bin yıllık irtica ile mücadele kararlılığına mı sahipsin? Ben de sana karşı bin yılın meydan okumasını yapıyorum’… Bakın, o ‘bin yıl’ lafını bile Amerika, hemen cevaplandırıyor. Bu, ne anlama geliyor? Demek ki 28 Şubat, Amerika’ya dokunuyor, Amerika’ya batıyor ve Türkiye’de irticaya karşı mücadeleden Amerika hiç hoşlanmıyor. Tabi hoşlanmaz; çünkü Türkiye’de irticayı kim besledi? Amerika besledi. Yani 1945’ten sonra irtica, Amerika’nın çocuğudur ve İsrail’in çocuğudur. Bunu görelim. Daha önce de İngiltere’nin çocuğuydu irtica. Yani İngiliz emperyalizmi, Türkiye’de tarikatları, cemaatları hep destekledi. Ondan sonra emperyalizmin merkezi Amerika’ya geçti ve Amerika bu sefer irticayı desteklemenin başı oldu Türkiye’de ve dolayısıyla Amerika ile Türkiye arasındaki mücadele, aynı zamanda Türkiye ile irtica arasındaki mücadeledir ve o bakımdan ‘efendim 28 Şubat arkada kaldı. Darbeciliktir’ gibi görüşler, hiç doğru değil. 28 Şubat’ın iki tane hedefi vardı. O zamanı yaşayan bir insanım. İki hedef vardı; birisi Fethullah Gülen’dir, FETÖ’dür, Fethullahçı Terör Örgütü’dür, ikincisi de Tansu Çiller’dir. Yani Amerika’dır. 28 Şubat’ın hedefi, Amerika’dır. Yoksa Erbakan değildir. Onu Erbakan da o zaman fark etti ve o zaman yazılmış MİT raporları var. O raporlarda da görüyoruz, hedef Tansu Çiller’dir ve Fethullah Gülen’dir. Hatta ikisinin arasında birtakım ortak, uyuşturucu ve saire falan şeklinde işler de var. Onlar da MİT raporunda geçiyor. 28 Şubat’la ilgili Millî İstihbarat Teşkilatı’nın raporunu da size takdim edebilirim. Onun için bu gün Afrin Harekâtı, Amerika ile Türkiye arasındaki bin yıllık meydan okuma sürecinin devamıdır. 2002 yılında Amerika Birleşik Devletleri, 24 Temmuz’da başladı, Nevada çöllerinde Türkiye’yi işgal tatbikatı yaptı. Bakın, 98 yılı sonunda karar veriyorlar, 4 yıl hazırlık yapıyorlar ve 2002 24 Temmuz’da Nevada çöllerinde Türkiye’yi işgal tatbikatı yapıyor Amerika ve Amerikan tarihinin en büyük tatbikatı. Yani ‘Bin Yılın Meydan Okuması’ adına uyan bir tatbikat yapıyor Amerika Birleşik Devletleri. O tatbikat olduktan sonra, onun biz İngilizce bütün tatbikatın planına, projesine ve saire girdik, senaryosunu okuduk, inceledik ve derhal ben, o zaman hem hükümeti, Sayın Ecevit Hükümetiydi, hem Dışişleri Bakanlığını, hem o zamanın cumhurbaşkanı olan Sayın Ahmet Necdet Sezer’i ve Genelkurmay Başkanlığı’nı, birer dosya yaparak bilgilendirdim. Düşünün, Türkiye’nin hükümeti, cumhurbaşkanı, durumdan haberdar değil ve onlara bir dosya hazırladım. Bakın, dedim, Amerika, 24 Temmuz 2002 günü bir tatbikata başladı. Tatbikatın senaryosunda hedef, Türkiye. Bazıları dedi ki, ‘Hayır, hedef Türkiye değil’. Halbuki tatbikat senaryosunda olay, bir adada başlıyor ve hedef olan ülke de, dünyanın en önemli su yollarının bulunduğu bölge. Yani, boğazlar. Yani bu tarif, ‘ada’ dersen, Kıbrıs adası. Kıbrıs adasına Türkiye müdahale ediyor ve ondan sonra o ülke, boğaz yollarına hakim olan ülke, yani Türkiye ve 96 saat seferberlik süresi. Bu tarife uyan, bir tek Türkiye var. ‘Efendim, biz değiliz, İran’ falan gibi bazı yorumlar yapılmak istendi; ama askerî uzmanlar da bizleri doğruladılar. Hedef, “Millennium Challenge” tatbikatının, Türkiye idi ve 96 saat içinde sözüm ona Amerikalılar, Türkiye’yi işgal ediyor. Şimdi onun devamı nereye geldi? Hendeklere gömdük PKK’yı. Bu da Amerika’yla karşılıklı bin yıl meydan okumaydı. Arkasından Türkiye, Fırat Kalkanı’yla meydan okumasını sürdürdü ve Amerikan koridoruna girdi ve şimdi o harekâtın devamı olarak da Zeytin Dalı Harekâtı yapılıyor. Kim var karşısında? Amerika var ve Türkiye, Amerika’ya meydan okuyor, Amerika da Türkiye’ye meydan okuyor.

“28 Şubat, Zeytin Dalı Harekâtı’yla devam ediyor”

O nedenle 28 Şubat, bu gün Zeytin Dalı Harekâtı’nda devam ediyor. Peki burada AKP’nin yeri ne? 28 Şubat’a o zaman da karşı çıkıyordu, bu gün de karşı çıkıyor. Çünkü o zaman Amerika’nın yanındalardı. Amerikan projesiyle Tayyip Erdoğan ve arkadaşları, 2002 yılı Kasım ayında iktidara geldiler. Bunu herkes biliyor. Amerika’ya sözler verdiler; ‘sizin savaş takviminizde bize de yer verin. Biz, üzerimize düşen görevleri yaparız’ şeklinde ve Sayın Tayyip Erdoğan da, hepimiz biliyoruz, daha doğrusu bütün kamuoyu ve dünya biliyor, 2004 yılı 15-16 Şubat gecesi, Kanal D ekranlarından, Fatih Altaylı’nın programında çıktı, ‘Hani var ya’ dedi, ‘Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi, orada biz, Diyarbakır’ı merkez yapacağız’ diye açık açık söyledi. Büyük Ortadoğu Projesi’nin görevlisi olduğunu, Kanal D ekranlarından ilân etti, 2004 yılında. E tabi onlar, irticanın yanında, 28 Şubat’a karşı olurlar. Ama sonradan konumlarını değiştirdiler. 2014 baharından sonra tavır aldılar, FETÖ’ye karşı. Efendim, şimdi Türkiye, Amerika ile cephe cepheye geldi; ama 28 Şubat konusundaki saplantılarını ve tavırlarını değiştiremediler. Hâlâ 28 Şubat 1996’dalar. Pardon, 96 değil, 97. Türkiye, bugün girmiş Zeytin Dalı’yla Amerika’nın denetiminde olan topraklara ve Amerika’nın piyonlarını Türk Silahlı Kuvvetleri eziyor. Şimdi bu koşullarda Türk Silahlı Kuvvetleri’ni incitmenin, kırmanın ve onun moralini bozmanın bir âlemi var mı? Hâlâ 1996 yılının, yani 20 yıl öncesinin sorunlarını karıştırarak ve 20 yıl önce Amerika’ya kafasını dik tutan komutanları hedef alarak o kinleri, o intikamları sürdürmek, çok çok yanlış. Bu, Türkiye’nin Zeytin Dakı Harekâtı’na karşı, aynı zamanda yanlışlıktır, haksızlıktır. Bu bakımdan da hükümeti uyarıyoruz.”

“Bir başbakan, yargının işlerine burnunu sokamaz!”

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, 28 Şubat davası konusunda Başbakan Binali Yıldırım’ın “Hukuk içinde hak ettikleri en ağır cezayı alacaklar. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın” sözünün hatırlatılması üzerine de, şunları söyledi:

“Şimdi bir kere Başbakanın ağır cezadan söz etmesi, hiç, bir başbakana yakışmaz. Bir başbakan, yargının işlerine burnunu sokamaz. Yani bu, o yargıyı tamamen lekeleyen ve o yargıya yapılan bir baskıdır. Yani, ağır ceza reisinin ve mahkeme üyelerinin, bu baskı karşısında başlarını dik tutması gerekir ve doğru dürüst hukukun gereğini yapamıyorlarsa da istifa edip, cüppelerini bırakıp gitmeleri gerekir. Yani bir başbakan, ‘en ağır cezayı alacaklar’ diye nasıl konuşabilir? Başbakanın, böyle bir yetkisi var mı? Başbakan, mahkemelerin işine karışabilir mi? Başbakan, hüküm kurabilir mi? Anayasaya baksınlar, kanunlara baksınlar. Yani bunlar, Türkiye’nin devlet geleneğini mahvettiler. Bir devlet, hiçbir zaman bir hükümetin başkanı, ‘en ağır cezayı alacaklar’ diye konuşabilir mi? Bu, vahim bir tablo. O bakımdan mahkemelerin bağımsız karar vermelerini destekliyoruz. Bakın ben, ‘mahkeme şunu yapsın, bunu yapsın’ demiyorum. Mahkeme, bağımsız, hukuka uygun kararı alacak, onu söylüyorum ve bu baskılara göğüs gerecek bir mahkeme talep ediyoruz. Türk Milleti’nin talebi, hükümete boyun eğmeyen Türk yargısını yaşatmaktır. Ona güveniyor Türk Milleti. O bakımdan başbakanın bu konuşması, son derece yersiz ve başbakanlık makamına ve oturduğu koltuğa kesinlikle yakışmayan bir konuşmadır ve tekrar uyarıyorum: Bugün Türkiye, bir vatan savaşı veriyor. Bu ‘vatan savaşı’ koşullarında Türk Silahlı Kuvvetleri’ni incitecek, çünkü onun çok önemli komutanları orada yargılanıyor, yani onları hedef alan kararlar, bu ‘vatan savaşı’nın amaçlarına aykırıdır ve Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinde de olumsuz etkilerde bulunur. O bakımdan hükümet başkanının veya AKP sözcülerinin, kendilerine dikkat etmeleri gerekiyor.”

“Türkiye’nin geleceğinde AKP de Erdoğan da olmayacak!”

Perinçek, “28 Şubat saplantısı niye hâlâ devam ediyor AKP’de?” sorusunu da şöyle cevapladı:

“Kendisini irticayla özdeşleştiren bir konumda duruyorlar. Yani, niye irticayı hedef alan her davranışın karşısına AKP dikiliyor? Yani AKP, irticanın koruyucusu mudur ve kendisini irtica olarak mı görüyor? O bakımdan ‘saplantı’ diyorum. Eğer AKP, Türkiye’yi yönetme iddiasındaysa, o konumu terk etmeli. Yani kendisini hep irticayla ilgili hangi tavır olsa hemen ona siper olan bir konuma yerleşiyor. Bu da AKP’nin Türkiye’yi yönetemediğini ve yönetemeyeceğini gösteriyor. Türkiye’nin geleceğinde AKP yok! Buradan ilân ediyorum. Türkiye’nin yarınlarında AKP diye bir iktidar partisi yok. Vatan Partisi var, yarınlarında Türkiye’nin. İrticayla özdeşleşenler, Türkiye’yi yönetemez artık. Türkiye’yi yönetemedikleri gibi, Suriye’yle, Irak’la, İran’la, Rusya’yla, Çin’le de beraberlik kuramazlar. Kuramadıkları için de zaten Türkiye’nin bağımsızlığını, bütünlüğünü koruyamazlar. Cumhuriyet’in temellerini koruyamazlar ve Türkiye’nin Atatürk devrimi rotasında ilerleme, gelişme ve komşularıyla işbirliği, Asya’daki konumunu alması gibi Türkiye’nin önündeki siyasetleri de yürütemezler ve vatan savaşını başarıya ulaştıramazlar. Teröre karşı mücadelede başarı kazanamazlar bu siyasetlerle. Aynı zamanda Türkiye’nin borç batağından kurtulması yönünde de bir çizgi izleyemezler. O bakımdan, Türkiye’nin geleceğinde, buradan ilân ediyorum, AKP diye bir parti yok! Tayyip Erdoğan da, şu anda oturduğu o koltuğu Türkiye’yi yönetecek gerçek liderlere bırakacaktır. Sayın hükümet başkanı falan da Türkiye’nin geleceğinde olamayacaktır.”

Perinçek’in sözleri böyle…

Gelelim, Suriye konusunda uluslararası alanda meydana gelen son gelişmelere…

İngiltere ile Rusya arasında sinir gazı krizi

4 Mart’ta eski Rus çifte ajan Sergey Skripal ve kızı Yulya, İngiltere’de zehirlenerek öldürülmüştü Bu kişilerin sinir gazı kullanılarak öldürüldükleri anlaşıldı ve İngiltere, bu suikasttan Rusya’yı sorumlu tutmuştu.

Rusya’nın İngiltere’de sinir gazı kullandığı iddiası üzerine; ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa, Rusya’ya karşı cephe alarak bir karşı blok oluşturmuşlardı. İngiltere-Rusya ilişkilerindeki gerilim hayli yükselmişti.

Doğu Guta’da kimyasal silah krizi

Suriye yönetiminin Doğu Guta’da kimyasal silah kullandığı iddiası üzerine de Rusya karşıtı bloktan sert tepkiler yükselmişti. İsrail, Suriye’de bir askerî üsse füze saldırısı düzenledi. ABD Başkanı Donald Trump da bu gün (9 Nisan 2018) yaptığı açıklamada, “Önümüzdeki 24 ilâ 48 saat içinde (kimyasal silah kullanımı ile ilgili) ana kararımızı vereceğiz” dedi. NATO kanalıyla büyük bir operasyon ihtimali doğmuş oldu…

Peki, bu konuda Türkiye, nerede duruyor?

Türkiye: Uluslararası toplum, Esad’a karşı gereken adımları atmalıdır

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın,”Bu çerçevede Suriye rejimi, ülkenin farklı bölgelerinde ve farklı zamanlarda yaşanan saldırılar için hesap vermelidir. Benzer savaş suçlarının ve insanlığa karşı suçların engellenmesi hususunda Suriye rejimi üzerinde etkisi olan ülkeler başta olmak üzere, tüm uluslararası toplumun gerekli adımları atma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu saldırıların hiçbir şekilde ve hiçbir gerekçeyle meşrulaştırılması ve kabul edilmesi mümkün değildir” dedi.

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ da, “Türkiye, uluslararası toplumu / örgütleri; altına imza koydukları sözleşmeler / kararlar ile uluslararası hukuka amasız sahip çıkmaya; kınama ve eleştiriden öte somut adım atmaya; Suriye yönetimini durdurmaya davet ediyor. Artık sözün bittiği yerdeyiz. Sözden fazlasına ihtiyaç var” dedi.

Türkiye-Rusya-İran (Avrasya) ittifakı ne olacak?

Bir NATO üyesi olan Türkiye’nin, bu konuda Suriye’nin karşısında yer alması, daha 4 Nisan’da Akkuyu Nükleer Enerji Santrali’nin temel atma töreninde yan yana durduğu Rusya ve İran’ı rahatsız etti. Bu rahatsızlığın hangi boyuta evrileceği, Suriye meselesinde Türkiye’nin tavrının netleşmesi ile kesinlik kazanacak.

Suriye cepheleşmesinde Türkiye eğer, NATO’nun ve dolayısıyla ABD’nin yanında yer alırsa, dışarıda Rusya ve İran’la, içeride de ulusalcı çevrelerle karşı karşıya kalacak… Nitekim olayın ardından Rusya, Dışişleri Bakanlığı vasıtasıyla, “Türkiye, Afrin’in kontrolünü Suriye hükümetine geri vermeli” deyiverdi bile…

İşte bu sebeple, oldukça hareketli günler ve hatta belki de sarsıcı gelişmeler yaşayacağımız anlaşılıyor…

Kamuoyu araştırmalarına göre, AK Parti-MHP ittifakının, hedeflenen oy oranına ulaşamadığı görülüyor. İktidar, Avrasya ittifakından uzaklaşıp tekrar Atlantik ittifakına yaklaşarak bu durumu değiştirebilir mi? Bekleyip, hep beraber göreceğiz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder