Anadolu köylerinin yalnızlığını, yapayalnızlığını, babamın
cenazesinde fark etmiştim. Şöyle tuhaf ve sarsıcı bir vesileyle:
Babam, 1974’ten 2008 yılına kadar İstanbul’da yaşamış,
hastalıklar ona ömrünün sonuna yaklaştığını fısıldamaya başladığında, memleketi
Yozgat’a, Sarıkaya ilçesine, Akbucak köyüne, cefakâr ağabeyimin yanına gitmeye
karar vermişti.
Öldüğünde köyüne defnedilmeyi vasiyet etmişti.
Gün geldi, hak vaki oldu, ömür bitti, son nefes verildi…
Onu, gözyaşları içinde toprağa verdik… İçimizde tutmaya çalışıp da göğsümüzü
zorlayan sarsıcı hıçkırıklara direnmeye çalışarak… Ailemizin ilk kaybıydı…
Ölüm, hiç bu kadar yakınımıza gelmemişti…
Sonra, köy meydanında taziye merasimi… Sırayla ve ardı
ardına dile getirilen “Başınız sağ olsun”lar…
Kendime geldikten sonra, gözüm, cenaze için İstanbul’dan
köye gelenlerin dışında, köyün asıl sakinlerine takıldı. Birer birer baktım
uzaktan. Yüzlerine, gözlerine… Ölüm, cenaze, sıradan bir şeydi onlar için…
Çoktan kabullenilmiş, epey zamandır beklenen, kendilerine de hayli yaklaştığını
bildikleri, biraz ürkütücü ama aşina bir misafir…
Fakat yüzlerinde gizli bir tebessüm, gözlerinde
gizleyemedikleri bir pırıltı seziliyordu… Bir ferahlık hissi… Neydi o his?
Sebebi neydi?
Sonra ayaküstü konuşmalar, hal hatır sormalar…
Köyün yaşlı sakinlerinden biri, özetle ve mealen, şöyle
dedi:
“Buralar hep ıssızdır. Pek gelen giden olmaz. Sadece cenaze
olduğunda toplanır bu kadar insan. Ancak cenazeden cenazeye görürüz eski
komşuları, eşi, dostu, akrabayı…”
O an anladım işte yüzlerdeki o gizli tebessümün, gözlerdeki
pırıltının sebebini… Edeben bir cenaze gününde söylenemeyecek olan ama eksik
kalan o cümle, şu olmalıydı:
“Biz, sadece cenazelerde bayram ediyoruz…”
Haklılardı…
Her nasıl olmuşsa ayakta kalmış olan kerpiç bir evin duvarına
sırtını dayamış halde, iğde ağaçlarının refakat ettiği bağ yoluna bakınarak uzaklara
dalmış olan yaşlı bir kadına ilişti gözüm… Bir hüzün silûeti gibiydi… Ah kim
bilir şimdi hangi yıllar, hangi hatıralar akıp gidiyordu zihninden, gözlerinden…
Ah bu cenaze bayramları!...
Kendimiz ölmeden, köylerimizi öldürdük… Öyle ıssız, öyle
sessiz, öyle harap, öyle yalnızlar ki… Yapayalnız…
Ne kadar istesem, ne kadar istesem, gitmeye korkuyorum…
Artık daha çok…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder