“Türkiye’deki Suriyeli mülteciler”in, siyasî, sosyolojik ve
ekonomik açıdan pek çok probleme sebep olduğu muhakkak.
İktidar, Türkiye’nin Suriyeli mültecilere kucak açmasını
başlangıçta “ensar” kavramıyla topluma benimsetme yoluna gitmişse de, siyasî
bakımdan Avrupa Birliği’ne (AB) karşı bir koz olarak kullandı. Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın AB’ye karşı mitinglerde sık sık “Bak, kapıları açarım haa!” diyerek,
Suriyelileri bir tehdit unsuru olarak kullandığı, hafızalarımızdaki tazeliğini
koruyor.
“Ensâr” kelimesi, Arapça “yardımcı” anlamına gelen “Nâsır”
kelimesinin çoğulu. “Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e ve muhacirlere (baskılardan
kaçan sığınmacılara) yardımcı olan Medineli Müslümanlar” için kullanılan bir
terim.
Muhafazakâr / dindar kesim, bu kavramın gereği olarak
Suriyeli mültecilere kucak açmayı onayladı; ancak bir süre sonra hem sosyolojik
hem ekonomik sıkıntılar baş gösterince, toplumda rahatsızlıklar meydana çıkmaya
başladı.
Ucuz iş gücü sebebiyle haksız rekabete sebep oldukları, hırsızlık
ve fuhuş gibi olaylara karışmaları sebebiyle toplum düzenini bozdukları gibi
gerekçeler, toplumda yaygınlık kazanmaya başladı. Bu gerekçelerin üzerine, “Devlet,
Suriyelilere bedava ev, karşılıksız maaş veriyor” iddiaları da eklenince,
tepkiler daha da yükselmeye başladı. 15 Temmuz’dan sonra halkta oluşan “Biz,
vatanımız için canımızı ortaya koyup çarpıştık ve kazandık” düşüncesi, “Onlar
da ülkelerine dönüp kendi vatanları için çarpışsınlar” düşüncesinin ağırlık
kazanmasında etkili oldu. Diğer taraftan, iktidarın dozunu giderek artırdığı “milliyetçi”
söylemler, “yabancı düşmanlığı”nı körükleyen bir etki oluşturdu. Zira dünyanın
hangi ülkesinde olursa olsun, milliyetçi söylemler yükseldiğinde yabancı
düşmanlığı da yükselir. Avrupa ülkelerinde görülen “Türk düşmanlığı” akımları
da hep “milliyetçi” grupların içinden çıkmaktadır…
Esasında, bu konuda en masum durumda olanlar, belki Suriyeli
mültecilerdir; zira onlar asker değillerdi ve hava bombardımanları karşısında
sadece iki seçenekleri vardı: Ya ölecekler, ya da Türkiye’ye sığınacaklardı…
Bu konuda yaşanan problemler, Türkiye yönetiminin “mültecilere
kucak açma” kararını plansız bir şekilde hayata geçirmesinden kaynaklandı. Sosyolojik,
kültürel ve ekonomik tedbirler alınması gerekiyordu. Evet bu, gerçekten çok zor
bir işti; ama şimdi karşılaşılan zorluklar daha büyük…
Bu konu, çeşitli gruplar tarafından, çeşitli sebeplerle fena
halde kaşınıyor. Bu günlerde yaşanan ekonomik kriz de, “günah keçisi” arayan
ama iktidara karşı da sesini çıkaramayan kitlelerin öfkesinin Suriyelilere
yönelmesinde etkili oluyor…
Bu konuda birtakım “kışkırtıcı ajanlar”ın sahada faaliyet
gösterdikleri de anlaşılıyor.
Kimi gruplar, bu konu üzerinden iktidarı zor durumda
bırakmayı; kimi gruplar, Türkiye’nin Suriye politikasını değiştirmesi için
mülteciler konusunu bir baskı aracı olarak kullanmayı; kimi gruplar da mültecileri
bir “iç çatışma”yı tetikleyici unsur olarak kullanmayı hedefliyor…
Türkiye’deki Suriyeli mülteciler, büsbütün masum da
değiller. Türkiye’nin hemen hemen bütün şehirlerinde şımarık, pervasız,
edepsiz, kaba-saba tavırlar sergileyen, hırsızlık ve fuhuş gibi toplum düzenini
bozan kötülükler sergileyen bir kısım mülteciler, halkın “ensâr” yaklaşımından
uzaklaşmasına sebep oluyor. Diğer taraftan, yukarıda belirttiğimiz üzere “ucuz
iş gücü” olmaya razı oluşları sebebiyle haksız rekabete sebep oldukları
düşüncesi, gerilimin yükselmesine sebep oluyor.
Bu günlerde sosyal medyada “Suriyeliler defolsun” sloganıyla
başlatılan kampanya, meselenin hangi boyutlara taşınabileceği konusunda bir fikir
veriyor…
Yakın gelecekte İdlip’e düzenlenebilecek bombardıman
sonucunda yüz binlerce Suriyelinin daha Türkiye’ye sığınmaları ihtimali,
bu konuda acil tedbirler almayı zarurî hale getiriyor.
“Türkiye’deki Suriyeliler” konusunun, gerektiğinde
kullanılmak üzere bir “çatışma alanı” olarak seçildiği anlaşılıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder