Bilenler bilir ki, Dünya
genelindeki bütün siyasî, ekonomik, sosyal ve kültürel çalkantıların temel
sebebi, küreselleşmeci güçlerle küreselleşme karşıtı güçlerin ölümüne savaşıyor
olmaları...
Küreselleşmeci güç (Küresel
sermaye / Globalizm), paranın gücü ile devletler üstü bir yönetim kurmak
isteyen, “devlet”, “sınır” ve “ordu” kavramlarına karşı çıkan, “sınır tanımaz”
bir para şebekesi...
Karşı taraf ise, bu
devletler üstü bir gizli Dünya devleti kurmak isteyen küreselleşmecilere karşı
“devlet”, “sınır” ve “ordu” kavramlarına sahip çıkan “ulus devletçi” yapı...
ABD’yi çok uzun yıllar
boyunca bu “Küresel Sermaye” yönetti. Ancak ABD içindeki küreselleşme karşıtı
başka bir yapı da bunlarla mücadele etmeye başladı.
Bu mücadele, 11 Eylül 2001
tarihinde ABD’nin New York şehrindeki “İkiz Kuleler”e uçaklarla yapılan
saldırılarla beraber, açık bir savaşa dönüştü.
İkiz Kuleler, küresel
sermayenin sembolüydü. Bu kuleler çökertilerek, 3 bin kişinin ölümü pahasına,
“Küresel Sermaye”ye açık bir mesaj verilmişti.
Operasyon, ABD Savunma
Bakanlığı Pentagon’un, yani ordunun desteğiyle, ABD derin devleti tarafından
gerçekleştirilmişti. Saldırıyı El-Kaide lideri Usame Bin Laden’in
gerçekleştirdiği iddiası, bu mevzuları bilenler için sadece komik bir iddiaydı.
Zaten Usame Bin Laden de
ABD yönetimi ve petrol şirketleriyle ile ticarî ilişkiler içerisinde olan
zengin bir işadamıydı...
Kayıtlara “11 Eylül
saldırıları” olarak geçen bu saldırılar, küresel sermayeye açık bir savaş
ilânıydı. Nitekim, sonraki yıllarda küresel sermayenin milyarlarca Dolara
hükmeden bazı şirketleri, ekonomik olarak etkisiz hale getirildiler.
Para, küresel sermayenin
silahıydı ve bu silah ellerinden alınmak isteniyordu...
Son ABD seçimlerinde
adaylardan Hillary Clinton, küresel sermaye tarafında, Donald Trump ise karşıt
tarafta yer alıyordu.
Rusya Devlet Başkanı
Vladimir Putin’in de “gizli ve çok boyutlu” desteğiyle, seçimi Trump kazandı.
Putin, Trump’ı destekledi, çünkü kendisi de küresel sermaye karşıtı tarafta yer
alıyordu. Yani bu yapı, Trump’ın da Putin’in de ortak düşmanıydı.
Türkiye’nin hangi tarafta
yer alacağı, savaşın sonucunu belirleyen önemli etkenlerden birisiydi. Önce,
Türkiye için alternatif bir seçenek olabilecek AB üyeliği ihtimali ortadan
kaldırıldı. Böylece, küreselleşme karşıtı bir blok olan ABD-Rusya ittifakı, tek
seçenek olarak kaldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan,
zaman zaman “Ben ülkeyi bir şirket olarak görüyorum” gibi küreselleşmeci sözler
sarf ettiyse de, birtakım müdahalelerle o çizgiden uzaklaştırıldı ve
küreselleşme karşıtı çizgiye çekildi.
Türkiye’de gerçekleştirilen
“FETÖ” operasyonları da, esasen küresel sermayeye indirilen darbelerden
biriydi; çünkü o yapı da küresel sermaye safında yer alarak, hem Trump’ı, hem de
Putin’i karşısına almıştı.
Buna bir de Erdoğan
eklenince, o dönemdeki adıyla “Cemaat”in bu savaşı kaybetmesi mukadder oldu.
(Bu arada bir not: Merhum
Mahir Kaynak, “Cemaat”i küreselleşme karşıtı cepheye, Erdoğan’ın yanına çekmek
için çok çaba sarfetti. Çünkü o da küreselleşme karşıtıydı ve bu sebeple
“Cemaat” ile zıt kutupta yer alıyordu. Onları Trump-Putin-Erdoğan safına
çekmeyi başaramadı.)
Küresel sermaye
taraftarlarıyla küresel sermaye karşıtları, Dünya genelinde bir savaşa
tutuşmuşlardı ve bu, amansız, ölümüne bir savaştı. “Cemaat”, küresel sermaye
safında yer aldı ve kaybetti.
ABD Başkanı Trump, başkan
seçilmeden önceki propaganda döneminde, küresel sermaye ile mücadele edeceğini
açıkça ilân etmişti. Ben, o süreci yakından takip ettim.
Büyük bir çoğunluk, seçimi
Hillary Clinton’un kazanacağını iddia ederken ben, Pentagon’un ve Rusya’nın
desteğiyle seçimi Trump’ın kazanacağı öngörüsünde bulunmuş, bunu o günlerde bu
sayfalara kaydetmiştim.
ABD Başkanı Donald Trump’ın
önceki gün BM Genel Kurulu’nda “Küreselleşme ideolojisini reddediyoruz.
Vatanseverlik doktrinini kucaklıyoruz” demiş olması, o cepheye karşı ikinci bir
savaş ilânı olarak değerlendirilmelidir.
Bundan sonra yeni
çalkantıların; askerî harekâtların ve ekonomik operasyonların başlaması,
sürpriz olmayacaktır.
Küresel sermaye de
muhtemelen Trump’a karşı çok boyutlu hamlelere girişecek, Amerika da kendi
içinde karışacaktır. Bu süreçte Trump-Putin-Erdoğan dayanışması görülecektir.
Bu yeni çarpışma döneminde,
Dünya’da İngiltere ve Almanya’nın, Türkiye’de ise MHP’nin / Bahçeli’nin hangi
safta yer alacağı, önemli hale gelecektir.
Saadet Partisi, esasen hem
ABD hem de küresel sermaye karşıtı bir çizgidedir.
“Millî Görüş” hareketinin
lideri merhum Necmettin Erbakan, hiçbir zaman küreselleşmeci olmamıştır.
“Cemaat”ten uzak durmasının temel sebebi de budur. “Gizli Dünya Devleti”
kitabının Millî Gazete tarafından promosyon olarak verilmiş olması,
küreselleşme karşıtı olmasındandır.
Saadet Partisi, bu süreçte
siyaset belirlemede zorlanacaktır; çünkü küresel sermaye karşıtı olduğu için
Trump-Putin-Erdoğan’a karşı cephe almayacak ama aynı zamanda ABD karşıtı olduğu
için de kısmen muhalefet etmek durumunda kalacaktır...
Bu yeni “sıcak süreç”te,
liberal eğilimli siyasî hareketler, muhalefetin dozunu artıracaklardır.
Sol sendikalar, esasen
küresel sermaye karşıtı olmalarına rağmen, aynı zamanda ABD karşıtı oldukları
için, Erdoğan iktidarına karşı daha sert bir tavır içine girebilirler... İşçi
eylemleri olabilir; ama bunlar sert bir şekilde bastırılır.
CHP’nin nasıl bir tavır
içerisinde olacağı henüz netleşmiş değil. Küresel sermaye karşıtı safta yer
almaya zorlanacaktır. Muharrem İnce üzerinden başlatılan yönetim değişikliği
hamlesi, şimdilik başarılı olamadı. Ulusalcılar, yeni bir hamle yapabilirler...
Doğu Perinçek’in Vatan
Partisi, küreselleşme karşıtı bir yapı olarak, küresel sermayeye ve siyasî
uzantılarına yönelik her türlü operasyona destek verecek ama ABD karşıtlığını
da sürdürecektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu
kriz, bizim krizimiz değil” derken, muhtemelen bu küresel sermaye ile
karşıtlarının savaşını kast ediyor. Savaşı kendi cephesinin kazanacağına
inanıyor ve dengelerin oturacağı rahatlama dönemini bekliyor.
Bu bağlamda kendi konumumu
belirlemem gerekirse, yaklaşık 5-6 yıldan bu yana değişik mecralarda defalarca
ifade edip kaydettiğim üzere ben, küresel sermaye karşıtı taraftayım. Küresel
Sermayenin, Dünyanın en büyük sömürü ve soygun şebekesi olduğuna inanıyorum.
Peki, küresel sermaye
karşıtı olduğum halde neden küresel sermaye karşıtı blokta yer alan Erdoğan’ı
bu kadar sık eleştiriyorum?
Bir tülü nihâî kararını
veremiyor, zaman zaman rüzgâra göre saf değiştiriyor. Adaletsizliklere,
haksızlıklara göz yumuyor, engel olmaya çalışmıyor. Neredeyse her alanda çok
kötü bir yönetim sergiliyor. Partizanca yaklaşımları sebebiyle ülkenin maddî
varlıklarını ve insan kaynaklarını heba ediyor. Dışa bağımlılığa fena halde
alet oluyor. (Devamı uzun... Daha sonra yazalım.)
Saadet Partisi, küreselleşmeci
cepheye savrulmazsa (ki buna pek ihtimal vermiyorum), durduğum yere en yakın
parti olarak Saadet Partisi’ni görüyorum. Çok az kişi farkındadır; ama Saadet
Partisi, Türkiye için son derece önemli ve değerli bir partidir.
Batı’dan devşirilmemiş, özgün
bir yönetim ve ekonomi modeli vardır. İktidara gelemeyişi, ABD karşıtı olduğu
için uluslararası boyutta engellenmesinden kaynaklanmaktadır. (Bu da ayrı bir
yazı konusudur.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder