26 Eylül 2018 Çarşamba

Yeni bir aşamaya geçiyoruz

ABD Başkanı Donald Trump, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, “Küreselleşme ideolojisini reddediyoruz. Vatanseverlik doktrinini kucaklıyoruz” demiş. Bu söz, son derece önemli bir söz.

Bilenler bilir ki, Dünya genelindeki bütün siyasî, ekonomik, sosyal ve kültürel çalkantıların temel sebebi, küreselleşmeci güçlerle küreselleşme karşıtı güçlerin ölümüne savaşıyor olmaları...

Küreselleşmeci güç (Küresel sermaye / Globalizm), paranın gücü ile devletler üstü bir yönetim kurmak isteyen, “devlet”, “sınır” ve “ordu” kavramlarına karşı çıkan, “sınır tanımaz” bir para şebekesi...

Karşı taraf ise, bu devletler üstü bir gizli Dünya devleti kurmak isteyen küreselleşmecilere karşı “devlet”, “sınır” ve “ordu” kavramlarına sahip çıkan “ulus devletçi” yapı...

ABD’yi çok uzun yıllar boyunca bu “Küresel Sermaye” yönetti. Ancak ABD içindeki küreselleşme karşıtı başka bir yapı da bunlarla mücadele etmeye başladı.

Bu mücadele, 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin New York şehrindeki “İkiz Kuleler”e uçaklarla yapılan saldırılarla beraber, açık bir savaşa dönüştü.

İkiz Kuleler, küresel sermayenin sembolüydü. Bu kuleler çökertilerek, 3 bin kişinin ölümü pahasına, “Küresel Sermaye”ye açık bir mesaj verilmişti.

Operasyon, ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’un, yani ordunun desteğiyle, ABD derin devleti tarafından gerçekleştirilmişti. Saldırıyı El-Kaide lideri Usame Bin Laden’in gerçekleştirdiği iddiası, bu mevzuları bilenler için sadece komik bir iddiaydı.

Zaten Usame Bin Laden de ABD yönetimi ve petrol şirketleriyle ile ticarî ilişkiler içerisinde olan zengin bir işadamıydı...

Kayıtlara “11 Eylül saldırıları” olarak geçen bu saldırılar, küresel sermayeye açık bir savaş ilânıydı. Nitekim, sonraki yıllarda küresel sermayenin milyarlarca Dolara hükmeden bazı şirketleri, ekonomik olarak etkisiz hale getirildiler.

Para, küresel sermayenin silahıydı ve bu silah ellerinden alınmak isteniyordu...

Son ABD seçimlerinde adaylardan Hillary Clinton, küresel sermaye tarafında, Donald Trump ise karşıt tarafta yer alıyordu.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in de “gizli ve çok boyutlu” desteğiyle, seçimi Trump kazandı. Putin, Trump’ı destekledi, çünkü kendisi de küresel sermaye karşıtı tarafta yer alıyordu. Yani bu yapı, Trump’ın da Putin’in de ortak düşmanıydı.

Türkiye’nin hangi tarafta yer alacağı, savaşın sonucunu belirleyen önemli etkenlerden birisiydi. Önce, Türkiye için alternatif bir seçenek olabilecek AB üyeliği ihtimali ortadan kaldırıldı. Böylece, küreselleşme karşıtı bir blok olan ABD-Rusya ittifakı, tek seçenek olarak kaldı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, zaman zaman “Ben ülkeyi bir şirket olarak görüyorum” gibi küreselleşmeci sözler sarf ettiyse de, birtakım müdahalelerle o çizgiden uzaklaştırıldı ve küreselleşme karşıtı çizgiye çekildi.

Türkiye’de gerçekleştirilen “FETÖ” operasyonları da, esasen küresel sermayeye indirilen darbelerden biriydi; çünkü o yapı da küresel sermaye safında yer alarak, hem Trump’ı, hem de Putin’i karşısına almıştı.

Buna bir de Erdoğan eklenince, o dönemdeki adıyla “Cemaat”in bu savaşı kaybetmesi mukadder oldu.

(Bu arada bir not: Merhum Mahir Kaynak, “Cemaat”i küreselleşme karşıtı cepheye, Erdoğan’ın yanına çekmek için çok çaba sarfetti. Çünkü o da küreselleşme karşıtıydı ve bu sebeple “Cemaat” ile zıt kutupta yer alıyordu. Onları Trump-Putin-Erdoğan safına çekmeyi başaramadı.)

Küresel sermaye taraftarlarıyla küresel sermaye karşıtları, Dünya genelinde bir savaşa tutuşmuşlardı ve bu, amansız, ölümüne bir savaştı. “Cemaat”, küresel sermaye safında yer aldı ve kaybetti.

ABD Başkanı Trump, başkan seçilmeden önceki propaganda döneminde, küresel sermaye ile mücadele edeceğini açıkça ilân etmişti. Ben, o süreci yakından takip ettim.

Büyük bir çoğunluk, seçimi Hillary Clinton’un kazanacağını iddia ederken ben, Pentagon’un ve Rusya’nın desteğiyle seçimi Trump’ın kazanacağı öngörüsünde bulunmuş, bunu o günlerde bu sayfalara kaydetmiştim.

ABD Başkanı Donald Trump’ın önceki gün BM Genel Kurulu’nda “Küreselleşme ideolojisini reddediyoruz. Vatanseverlik doktrinini kucaklıyoruz” demiş olması, o cepheye karşı ikinci bir savaş ilânı olarak değerlendirilmelidir.

Bundan sonra yeni çalkantıların; askerî harekâtların ve ekonomik operasyonların başlaması, sürpriz olmayacaktır.

Küresel sermaye de muhtemelen Trump’a karşı çok boyutlu hamlelere girişecek, Amerika da kendi içinde karışacaktır. Bu süreçte Trump-Putin-Erdoğan dayanışması görülecektir.

Bu yeni çarpışma döneminde, Dünya’da İngiltere ve Almanya’nın, Türkiye’de ise MHP’nin / Bahçeli’nin hangi safta yer alacağı, önemli hale gelecektir.

Saadet Partisi, esasen hem ABD hem de küresel sermaye karşıtı bir çizgidedir.

“Millî Görüş” hareketinin lideri merhum Necmettin Erbakan, hiçbir zaman küreselleşmeci olmamıştır. “Cemaat”ten uzak durmasının temel sebebi de budur. “Gizli Dünya Devleti” kitabının Millî Gazete tarafından promosyon olarak verilmiş olması, küreselleşme karşıtı olmasındandır.

Saadet Partisi, bu süreçte siyaset belirlemede zorlanacaktır; çünkü küresel sermaye karşıtı olduğu için Trump-Putin-Erdoğan’a karşı cephe almayacak ama aynı zamanda ABD karşıtı olduğu için de kısmen muhalefet etmek durumunda kalacaktır...

Bu yeni “sıcak süreç”te, liberal eğilimli siyasî hareketler, muhalefetin dozunu artıracaklardır.

Sol sendikalar, esasen küresel sermaye karşıtı olmalarına rağmen, aynı zamanda ABD karşıtı oldukları için, Erdoğan iktidarına karşı daha sert bir tavır içine girebilirler... İşçi eylemleri olabilir; ama bunlar sert bir şekilde bastırılır.

CHP’nin nasıl bir tavır içerisinde olacağı henüz netleşmiş değil. Küresel sermaye karşıtı safta yer almaya zorlanacaktır. Muharrem İnce üzerinden başlatılan yönetim değişikliği hamlesi, şimdilik başarılı olamadı. Ulusalcılar, yeni bir hamle yapabilirler...

Doğu Perinçek’in Vatan Partisi, küreselleşme karşıtı bir yapı olarak, küresel sermayeye ve siyasî uzantılarına yönelik her türlü operasyona destek verecek ama ABD karşıtlığını da sürdürecektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu kriz, bizim krizimiz değil” derken, muhtemelen bu küresel sermaye ile karşıtlarının savaşını kast ediyor. Savaşı kendi cephesinin kazanacağına inanıyor ve dengelerin oturacağı rahatlama dönemini bekliyor.

Bu bağlamda kendi konumumu belirlemem gerekirse, yaklaşık 5-6 yıldan bu yana değişik mecralarda defalarca ifade edip kaydettiğim üzere ben, küresel sermaye karşıtı taraftayım. Küresel Sermayenin, Dünyanın en büyük sömürü ve soygun şebekesi olduğuna inanıyorum.

Peki, küresel sermaye karşıtı olduğum halde neden küresel sermaye karşıtı blokta yer alan Erdoğan’ı bu kadar sık eleştiriyorum?

Bir tülü nihâî kararını veremiyor, zaman zaman rüzgâra göre saf değiştiriyor. Adaletsizliklere, haksızlıklara göz yumuyor, engel olmaya çalışmıyor. Neredeyse her alanda çok kötü bir yönetim sergiliyor. Partizanca yaklaşımları sebebiyle ülkenin maddî varlıklarını ve insan kaynaklarını heba ediyor. Dışa bağımlılığa fena halde alet oluyor. (Devamı uzun... Daha sonra yazalım.)

Saadet Partisi, küreselleşmeci cepheye savrulmazsa (ki buna pek ihtimal vermiyorum), durduğum yere en yakın parti olarak Saadet Partisi’ni görüyorum. Çok az kişi farkındadır; ama Saadet Partisi, Türkiye için son derece önemli ve değerli bir partidir.

Batı’dan devşirilmemiş, özgün bir yönetim ve ekonomi modeli vardır. İktidara gelemeyişi, ABD karşıtı olduğu için uluslararası boyutta engellenmesinden kaynaklanmaktadır. (Bu da ayrı bir yazı konusudur.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder