Eğer emperyalizme ve işgale direneceksek, her alanda
direnmemiz gerekir. Sınırlarımızı korumak konusunda kahraman askerimize ve
polisimize güveniyoruz. Dualarımız onlarla… Ama savunulacak daha o kadar çok
alan var ki… Dilimiz, Türkçemiz de onlardan biri…
Bir genç, zaman içinde kendi dilini unuttukça, duygularını
ve düşüncelerini kendi diliyle ifade edemez hale geldikçe, ihtiyaç duyduğu
kelimeleri yabancı dillerden almaya başlar. Son yıllarda olduğu gibi…
Gençler başta olmak üzere, insanlarımızın düşündükleri,
hissettikleri; söylemek, yazmak istedikleri ile dile getirebildikleri arasında
uçurum var; çünkü ifade aracı olan kelimeleri unuttular. Yemek yapacaklar ama
malzeme yok. Türkçenin mutfağı zengin, kiler ağzına kadar dolu; ama kapıyı
nasıl açacaklarını bilmiyorlar.
Kelimelerin tadını, lezzetini, kokusunu alabilecekleri
Türkçenin o zengin mutfağının kapısını açabilmeleri için, dilimizi hakkını
vererek kullanan hikâye, roman yazarlarının, şairlerin kitaplarını okumaları
gerekiyor.
Buna dair istek, ihtiyaç, heves, alışkanlık, ancak aile
ortamında kazanılabilir. Bu sebeple, önce annelerin, babaların okuması
gerekiyor. Annesi güzel bir Türkçeyle konuşmayan bir çocuk, güzel Türkçeyi
nasıl öğrenebilir? Adı üstünde; “ana dili”…
Eski Türk filmlerinin en güzel taraflarından birisi,
oyuncuların, bugünkülere kıyasla harikulade bir Türkçeyle konuşuyor
olmalarıydı. Şüphesiz bu, senaryo yazarlarının dil kabiliyetlerinden
kaynaklanıyordu. Temiz, duru, sade, kibar, edebî bir Türkçe…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder