Peki neden idam edilmiştir?
Gerekçe, “halkı saptıran bir zındık, varlığı din için
zararlı bir mülhid” olmasıdır. Kısacası, dinsiz, imansız bir adam olması... Peki
gerçekten de öyle miydi? İdama götürülürken sürekli ve yüksek sesle şehadet
getirmişti. Başı kesildikten sonra bile, kısa bir süre şehadet getirdiğine dair
rivayetler var...
Mantık, felsefe, kelâm ve matematik eğitimi almıştı. Fâtih
Sultan Mehmed tarafından saray kütüphanesine hâfız-ı kütüb olarak tayin
edilmişti. Bu sayede bilgisini daha da artırma imkânı bulmuştu. Ancak bir süre
sonra vakıf kitaplarına hıyanet ettiği gerekçesiyle önce kütüphaneden
uzaklaştırıldı, sonra hapse atıldı. Gerçekten hıyanet etmiş miydi? Kitapları
satıp haksız kazanç elde etmiş miydi? Buna dair bir belge yok.
Hapisten çıktıktan sonra çeşitli medreselerde
(üniversitelerde) müderrislik (üniversite hocalığı / öğretim üyeliği) yapmıştı.
Kaynaklarda, kendisine karşı kıskançlık ve husumet besleyen çok sayıda hasmı olduğu
belirtiliyor. Böyle olmasında, diğer âlimlere karşı sert eleştirilerini açıkça
dile getiriyor olmasının da etkisi olduğu kaydediliyor. Ancak meselâ
Taşköprizâde, onun için “eşi bulunmaz, üstün kişiliğe sahip rakipsiz bir âlim”
demiş...
Çeşitli kaynaklarda anlatıldığına göre, kendisine husûmet
besleyen rakipleri, onu ortadan kaldırmak için, halk arasında fesad çıkaran bir
zındık olduğu iddiasını ortaya atmış ve yaymışlardı.
Sonra ne oldu? Sultan 2. Bayezid’in emriyle hakkında
soruşturma başlatıldı. 19 günlük gözaltı süresi içinde bütün önemli devlet
adamlarına manzumeler göndererek derdini anlatmaya çalıştıysa da, bir sonuç
alamadı. Yaklaşık 200 şahidin dinlendiği mahkeme sonucunda idama mahkûm edildi.
Peki neden idama mahkûm edilmişti? Taşköprizâde’nin naklettiğine
göre Molla Lütfi’nin bir derste öğrencilerine “Namaz dedikleri kuru eğilip
kalkmadır; faydası yoktur” dediği iddia ediliyordu. Oysa hakikat hiç de öyle
değildi.
O derse de katılmış olan amcası Molla Kıvâmüddin Kasım,
doğru söylediğine yemin ederek, özetle şu açıklamada bulunmuştu:
Malûm, Hazreti Ali’nin ayağına bir ok saplandığında, acı
duymamak için, ayağındaki okun, kendisi namaz kılarken çıkarılmasını istemişti.
Çünkü namazda kendisini o kadar Allah’ın huzurunda hissediyor, Dünya’dan o
kadar uzaklaşıyor ve tamamen namaza odaklanıyordu ki, ayağına saplanan okun
çıkarıldığını bile fark etmeyecekti...
Molla Lütfi, öğrencilerine bu hadiseyi anlattıktan sonra, “Asıl
namaz budur; yoksa bizim kıldığımız namaz kuru kalkıp eğilmekten ibarettir;
onda da fayda yoktur” demişti. Ancak rakipleri, onun “Namaz dedikleri kuru
eğilip kalkmadır; faydası yoktur” dediğini iddia etmiş ve bu söylentiyi halk
arasında yaymışlardı. Mahkeme onun fıkıhta tövbesi kabul edilmez olan “dâî
zındık” olduğuna hükmetmişti. Kendisini yargılayan mahkeme heyetinden bazıları,
zaten onunla husûmet içerisinde olan, davacı kişilerdi. İçlerinde husumet ve
öfke taşıyan yargıçlar, âdil bir karar verebilirler miydi?
Molla Lütfi, idam edilmek üzere o dönemde “At Meydanı” diye
anılan bugünkü Sultanahmet Meydanı’na götürüldü. İdamı destekleyen kalabalık
arasında meydana götürülürken o, sürekli ve yüksek sesle şehadet getiriyordu.
Kılıçla boynu vurularak idam edildi...
Molla Lütfi’nin işlediği iddia edilen suçları gerçekten
işleyip işlemediği, bir zındık olup olmadığı hâlâ kesin olarak bilinmez ve
tartışılır. Ancak, meselâ Zeyniyye tarikatı şeyhlerinden Muhyiddin
el-Kocevî’nin Molla Lutfi’nin idam haberini alınca, “Onun zındıklık ve ilhâddan
uzak olduğuna ben şahidim” dediği anlatılır. Hoca Sâdeddin Efendi de, “Merhumu
ortadan kaldırmak için hileler icat etmişler” demiştir.
Yavuz Sultan Selim, Mısır seferi sırasında Anadolu
kazaskerliği görevinde bulunan Kemalpaşazâde ile sohbet ederken, “Tokatlı Molla
Lutfi sizin hocanız imiş; bilgisi ve fazileti bilinir iken öldürülmesine sebep
ne oldu?” diye sorunca, “Hased-i akran belâsına uğradı” cevabını almıştır...
Hasılı, anlaşılıyor ki, kıskançlık, husûmet, iftira ve
adaletsizlik, her devrin belâsıdır. Bu belâ, mümkün olduğunca def
edilmelidir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder